KARPUZ
Mahalleden bir arkadaşımla bir sonbahar günü daldık Kerimoğulları’nın çiftliğine.
Ceviz hasadı bitmiş ama biz dalda kalanların peşindeyiz.
İkimizin de kazağının eteği taşlarla dolu.
Dalda kalan cevizin birine bir taş fırlattım ağacın gövdesine çarpıp sekerek geldi arkadaşımın kafasına ve bir anda başından aşağı kanlar akmaya başladı.
Elini alnına sürdü, kanı gördü “Anneeee” diye koşarak gitti.
Bir süre sonra annesiyle bizim kapıya dayandılar.
Annem karşıladı.
Kadın, arkadaşımdan duyduğu kadarıyla şikayete başladı “Oğlun taş atıp oğlumun kafasını kırmış”
Annem bana dönüp “Nasıl oldu anlat bakalım?” diye sordu.
Ben olanları eksiksiz anlatıp üzüldüğümü belirttim ama kadıncağız ikna olmayıp bağırmaya başladı.
Rahmetli anacığım baktı ki olmuyor dönüp “Oğlumun taş attığı yerde senin oğlunun kafasının ne işi varmış” dedi.
Kadın, sert bir bakıştan sonra sustu ve gitti.
Ben ne yaparsam yapayım Annem beni korurdu.
Arkadaşımın annesi de haklıydı evladını koruma konusunda.
Ama ne benim annem ne arkadaşımın annesi olayın gerçekliği üzerinden değil
taraf olduğunu koruma içgüdüsü ile hareket etmişlerdi.
11 kentimizin yerle bir olduğu felakette de karpuz gibi ikiye bölündük.
Aslında tartışmamız gereken kurumlarımızın yetersizliği, geç kalmışlığı ve liyakatsizliğin nelere mal olduğu idi.
Ama dönüp dolaşıp olayı “Devlete mi karşısın, Vatansız yaşanır mı” gibi saçma sapan bir düzleme çekip zafiyeti unutturmak istediler.
İnsanlar her bakımdan perişan olmuş ama siyasiler kendilerine leke gelmemesi için her türlü taktiği uygulama yolunu seçti.
Çadır satan Kızılay ise bu felaketin en büyük skandalıydı.
Depremzedeler azarlandı ama çok şükür “Depremin olduğu yerde sizlerin ne işi vardı” denilmedi ki bu çok önemli bir gelişme.