ATATÜRK DÖNEMİNDE EKONOMİ
Tarih boyunca bağımsızlık savaşı vermiş hiçbir ülke bizim Kurtuluş Savaşında karşılaştığımız yoksulluk, parasızlık ve ekonomik güçlüklerle karşılaşmamıştır.
Yaşamda en ideal öğretmenin yoksulluk ve sıkıntının olduğu ve yoksulluğun insana öğrettiğini hiç kimsenin öğretmediğini bilmemiz gerekir. Atatürk’te 1906 yılından beri bu yoksulluk ve sıkıntılar ekolünde yetişmişti.
Ulusal ekonomimizin yaratılmasında ve ulusal ekonomik ilkenin saptanmasında ve biçimlendirilmesinde ulusal bünyemize en uygun ve geçerli yolun bulunması için Atatürk 17 Şubat 1923’te İzmir’de “Türkiye Birinci İktisat Kongresini” toplamıştı.
Çalışmalarını 15 gün sürdüren bu kongrenin en büyük başarısı o günlerin koşulları altında ekonomik sıkıntılara teşhis konmasıydı. Dertler bilindikten sonra devasını bulmak kolaydı. Bu kolaylık;Atatürk gibi bir önderin Türk Ulusunun başında olmasıydı.
Bu dönemde ekonomik politika iki aşamada uygulamıştı. Bunlardan ilki “Halkçılığa dayanan liberalizm ile yarı devlet müdahaleciliği” yöntemlerinin karışımı, ikincisi ise karma ekonomiye dayanan “planlı kalkınma dönemiydi”
1923-1932 dönemini kapsayan bu politika, Kurtuluş Savaşının yaralarını sarmak üzere’’sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle’’ olarak Halkçılık ilkesine dayanmak üzere uygulanan bir yöntemdi. Bu yönteme göre özel teşebbüse öncelik verilerek ülkeyi hızla ve güvenlik içinde kalkındırmayı esas almıştı.
Ancak uygulanan bu politika istenen bu kalkınmayı özel teşebbüs eliyle sağlayamamıştı. Bunun yanında 1929’da çıkan dünya çapındaki bunalım karşısında ekonomimiz korunması için başka yollar aranmıştı. Aranan bu yol 1932-1938 döneminde uygulanan devletçilik politikasıydı. Bunun için Devletçiliğin, hızlı kalkınmayı gerçekleştirmek için kalkınma planlarına başvurmuştu.
Bu planlardan ilki “Birinci Sanayi Planı” 1933-1937 tarihleri arasında başarı ile uygulanmıştı.
Bu plana ait ‘’Karabük Demir Çelik, Seka, Sümerbank, Etibank’’vb.. gibi KİT’ler kurulmuş ve bu kuruluşların ürettiği mal ve hizmetler sayesinde ülkemiz ekonomisi güçlenmişti.
Hatta bu güçlenme ile dünyada en hızlı kalkınan ülkeler arasında üçüncü durumdaydık. Ancak bu plan Atatürk’ün aramızdan ayrılması ve 2. Dünya savaşının da 1939 da başlaması nedeni ile uygulanamamıştır.
2.Dünya savaşından sonra çok partili hayata geçiş ve 1960’lardan sonra yeniden planlı kalkınma dönemine girmemiz ekonomik hayatımıza Atatürk’ün başlattığı yönde yeniden bir canlılık getirmişti.
Günümüze gelince 24 Ocak 1980’de başlayan ve serbest piyasa ekonomisi olarak değerlendirilen Neolibelar düzene göre Atatürk’ün önderliğinde kurulan devlete ait fabrikaların özelleştirme adı altında satılması karşısında Türk toplumu üretmeden tüketmeye doğru yöneltilmiştir.
Bu durum bize Atatürk’ün bir zamanlar söylediği şu görüşünü anımsatıyor.
“Çalışmadan(Üretmeden),yorulmadan ve öğrenmeden rahat yaşamayı alışkanlık haline getirmiş milletler
Evvela haysiyetlerini sonra hürriyetlerini daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”