ADALET
Yanılmıyorsam 1985 yılıydı. İktidarda Anavatan Partisi vardı. O dönemin kurmayları kayıt dışı ekonomiyi önlemek için KDV (Katma değer vergisi) ni uygulamaya koymuştu.
Bu uygulamayla birlikte bir takım insanlara ekmek kapısı açıldı!
Büyük oynayanlar ‘Hayali ihracatla’ küçük düşünenlerse ‘fatura ve fiş’ pazarlayarak devleti hortumluyordu.
O dönemde çalışanlara verilen vergi iadesi hakkı da bu insanlar tarafından büyük bir soygunun pencerelerini açmıştı. Çalışanlar maaşları kadar fatura, fiş verip karşılığında vergi iadesi alıyorlardı.
İşyerlerinde kurulan satıcı ağıyla belirli bir yüzde ile fatura satan elemanlar kısa sürede yeni model araçlara biner hale geldiler.
İçlerinden birisini çok yakından tanıyordum. Oluk oluk akan para sayesinde kılıcının önü de arkası da kesiyordu.
O şebekenin DR lakaplı elebaşı İstanbul’dan ısmarladığı (sözde)mankenlerle Bodrum’da gününü gün ediyordu. (Kalp krizi geçirip öldü)
Toplumdaki yeri biranda değişmişti. Onu görenler “Ağam” diye söze başlayıp yağcılık yeteneklerini sergilemekten geri kalmıyorlardı.
Bir gün yakından tanıdığım şahsa ,”Böyle bir iş yaptığın için hiç mi vicdanın sızlamıyor?” diye sormuştum.
“Alan razı veren razı. Devlette kazanıyor, vatandaşta, bizde” diyerek konuyu kapatmıştı.
“Bak arkadaşım, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yiyorsun, acısı mutlaka çıkar. Senden çıkmazsa çocuklarından çıkar” dedim.
Aradan onlarca yıl geçti.
Bir hafta önce yıllardır görüşemediğim yakın bir arkadaşım telefonla aradı ve uzun uzun sohbet ettik.
Sanırım Faturacı arkadaş canını çok yakmış ki söz ondan açıldı.
Kaza yapıp iş arkadaşının ölümüne sebep olmuş. Oğlu bir hırsızlık olayına karışmış.
Hem maddi hem de manevi anlamda bir sürü sorunlar yaşamış ve kazandıklarının hepsi elinden çıkmış.
Bu olaydan sonra o günleri adeta yeniden yaşadım.
Nereden nereye.
Şaşırmadım da.
Yarım asrı geçen yaşamım boyunca ne çok olaylara tanıklık ettim.
Aslında bu ‘tanıklık’ olayı hepimizi için geçerli. Her devrin gerçeğidir; yolsuzluk, hırsızlık ve alın teri dökmeden, çalışmadan zengin olma yöntemi.
Her zaman çevremizde bu tip asalaklar vardır.
Etrafımıza baktığımızda ne çok görürüz bu tiplerden.
Aslında ne kadarda zavallılardır.
En lüks arabaya binerler ( Hak ederek alanlara saygı duyarım)
Kendilerini biranda toplumun üstünde bir yerlere koyarlar ama temelleri yoktur.
Hep şüpheci, yalancı ve bir o kadarda güvenilmezdir bu tipler.
Menfaatleri için vazgeçemeyecekleri hiçbir şeref ve namus söz konusu değildir.
Onlar yaşadıkları topluma saygı duymazlar. Zaten toplumda onlara değer vermez.
Yüzüne gülseler dahi arkasından küfrün en ağırını sarf ederler.
Gün geçer, devran döner.
Devirleri biter ve başlarlar çaldıklarının bedelini ödemeye.
Hepsi de birer birer gider ellerinden.
Şereflerini ve onurlarını; hiçbir zaman ‘kendilerinin olmayacak bir mal’ uğruna kaybetmişlerdir.