TOPRAK AĞALIĞI VE KÜRT SORUNU- Ender Karaca
Kürt asıllı vatandaşların devlet ve hükümetlere karışı tutum ve davranışlarının ne ölçüde olduğuna geçmeden önce zamanında Türkiye sınırları içindeki yaşayışlarını tarihsel süreç içerisinde incelersek;
Yavuz Sultan Selim’in İran şahı İsmail’e karşı kazandığı zafer sonucu ilk kez Osmanlı egemenliğine giren ve özellikle Dersim ve yöresinde bulunan Kürtlerin durumunu incelersek;
Bunlar vahşi görünümlü sarp dağlar, gözü karartan uçurumlar, günün ancak birkaç saatinde güneş gören yerler, manzarası bile yüreği hoplatan parlak ve yalçın kayaların bulunduğu coğrafi yerlerde her zaman başıboş, avare ve itaat etmeyen bir halk olarak yetiştiğini tarih kitapları yazar.
İşte bu halk, ağaların, beylerin yani aşiret reislerinin elinde bulunan toprakların üzerindeki birer ‘in” tarzında yapılmış kulübeye “maraba” adıyla sığınarak toprak ağalarının emri altına girmişti.
Bu halk, çoğunlukla ne bir eve, ne bir parça toprağa sahip değildi.
Bu “Maraba”ların bütün mal varlığı altına serdiği bir çul, kırık bir testi ve birkaç odun parçasıydı.
Ancak bunlar çıplak, aç ve son derece hırslı oldukları için bulabildikleri kurtuluş yolunun(!) isyan çıkartarak kendi yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.
Ancak yaptıkları bu isyanları meşru gören ve örtebilecek olan aşiret reislerine karşı mutlak bir teslimiyeti ve hükümete karşı da itaatsizliği doğuruyordu.
Bu itaatsizlikteki “Maraba”ların rehberi yine aşiret reisleri oluyordu.
İşte Osmanlı Devleti’nde Kürt isyanları bu görüş çerçevesinde başlamış ve yıllarca devam etmişti.
Kürtlerin çıkardığı isyanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da devam etti.
Örneğin; 1925’de Şeyh Sait İsyanı, 1937’de Dersim İsyanı’nı bunlara örnek olarak gösterebiliriz.
Yaptıkları bu isyanlar aşiret reisleri tarafından meşru gösterilmek kaydı ile yapılıyordu.
Ancak her aşiret reisinin 5-10 köyü binlerce dönüm arazisi ve bu yerlerde yaşayan binlerce “Maraba”sı vardı.
Ve bunlar aşiret reislerine, mutlak bir teslimiyet içinde bağlıydı.
İşte sorun burada başlıyor.
Aşiret reisleri uhdelerinde bulunan binlerce dönüm araziyi hiçbir zaman kaybetmek istemediği gibi bu düzenin böyle devam etmesini,
Hatta bu günlerde de daha ileri giderek demokratik özerkliğin verilmesini istiyorlardı.
Unutmayalım, toprak reformunun yapılmadığı ve aşiret düzeninin egemen olduğu bu yörelerde toprak ağalarının bu ve buna benzer istekleri hiçbir zaman geçerli bir istek olarak görülemez.
Sonuç olarak diyebiliriz ki ağalık ve şeyhlik düzeni yıkılmadan, toprak devrimi gerçekleşmeden Kürtler hiçbir zaman özgürleşemez.
Ayrıca yeni yılın tüm Mahmutlar halkına sağlık ve mutluluk getirmesini dilerim.
güzel..
kürdistan lozanla beraber, türkiye, iran ve ırak arasında bölüşülerek ilhak edildi. ilhak’ın birinci dünya savaşı ile ilişkili olması nedeniyle, kürtler ulus-devletleşme sürecini o dönem gerçekleştiremedi. ama cumhuriyet sonrasında, yani TBMM nin çizdiği misak-ı milli sınırlarının belirlenmesinin ardından kürt hareketi etkisini gitgide daha belirgin hale soktu. türkiye solu’da 70 lere kadar, küçük-burjuva niteliği sebebiyle ilhak edilen kürdistan’da ki ulusal hareketi pek farkedemedi ve kürt ile türk uluslarının birlikte savaşım vermesini savundu. ama 12 mart sonrasında PKK hareketinin ortaya çıkması ve solunda küçük burjuvalıktan proleter sosyalizmine geçişi ile beraber türkiye solu ile kürt hareketi ve kürdistan’ın ilhaklara ve sömürgeciliğe karşı ulusal savaşı arasında ayrılmaz köprü oluştu.
ilhaklara karşı savaşımla UKTH, sömürge ve yarı-sömürgelerdeki UKTH’dan çok daha çetin mücadeleleri şart koşar. çünkü sınır çizgileri silik olduğundan, yeniden belirlemek ve işgalciyi topraktan kovmak kolay şey değil. bunun adına da kürdistan devrimi diyorlar.