OTORİTELERİN EGEMENLİĞİ
İnsanlık tarihi; siyasi ve dini olmak üzere iki otoritenin birbiriyle mücadele tarihidir. Bu mücadelede kimi zaman siyasi otorite dini otoriteye, kimi zamanda dini otorite siyasi otoriteye egemen olmuştur. Siyasi otorite; dini otoriteye egemen olduğunda dini otoritenin yaptırımını da kullanarak egemenliğini pekiştirmiş, dini otorite siyasi otoriteye egemen olduğunda da aynı yöntemi bu sefer dini otorite kullanmıştır.
Ortaçağın Hıristiyan ve İslam dünyasında halk; bu otoritelerin çıkarlarına hizmet için var olan bir “TEBA” olarak görülmüştür. Günümüzün çağdaş değerlerinden yoksun olan halk; ne siyasi otoriteyi, ne de dini otoriteyi sorgulayamamıştır. Siyasi ve dini otoritelerin; “MUTLAK DOĞRU” olarak gösterdiklerine koşulsuz itaat etmişlerdir.
Koşulsuz itaat eden halk kitlesini yönetme mücadelesi; ne siyasetin siyaset gibi, ne de dinin din gibi yaşanamaması sonucunu doğurmuştur.
Özellikle insanlığın en hassas yönü olan dini inançlar; her dönemde, her koşulda, her yöntemle bir takım kişilerin çıkarlarına hizmet etmek amacıyla alabildiğine kullanılmıştır. Dini inançların, siyaset adamı veya din adamı, kisvesi altındaki bir takım kişilerin çıkarları uğrunda kullanılması, kullanılmaya çalışılması ve bu uğurda yapılan mücadeleler, dinlerin birtakım mezheplere ve tarikatlara ayrılması sonucunu da beraberinde getirmiştir.
Atatürk’ün açmış olduğu Aydınlanma Çağında Türk milleti önemli mesafeler kaydetmiştir. Akıl ve bilimi temel alan bir nesil yetiştirilmiştir.
Ancak, Türkiye’de bunun yanında bilerek ya da bilmeyerek çok büyük bir hata yapılmıştır. Bu hata; “ÇAĞDAŞ” bir neslin karşısında değişik kurum ve kuruluşlarda yetiştirilen “DOGMA” bir nesil çıkarmak olmuştur. Bu iki nesil, birbirinin tez ve antitezidir.
Ancak unutulmaması gereken bir şey vardır. Demokratik ve çağdaş nitelikli insan tartışabilir, görüşlerinde düzeltme yapabilir, uzlaşma uğrunda bazı tavizlerde bulunabilir. Dogmatik nitelikli insan ise asla uzlaşamaz. Uzlaşmaması inandığı dogmaların kaçınılmaz sonucudur. Uzlaşma bir takım tavizleri gerektirir. Oysa bu tipte bir kişi taviz verdiği anda, inançlarının gereklerine aykırı hareket ettiğine inanır. Günahkar hatta kafir olduğuna inanır. Bu nedenle uzlaşmaya çalışan çağdaş aydın sadece karşı tarafa taviz verir ve kendi kendini aldatır.
Türk insanını ve Türk toplumunu bu inanç cellatlarının elinden kurtarmanın en etkili yolu; gerekli toplumsal ve siyasal iradeyi gösterip onların yöntem ve teknikleriyle en iyi mücadele yöntemini, yani; hukuku kullanmak ve insanlarımızın inançlarına konan ipoteği kaldırarak, çağdaş eğitim kurumlarında düşünen, sorgulayan, aklını kullanma becerisiyle donatılmış nesiller yetiştirmektir.
Türk insanının kendi geleceğine yönelik önünde iki tercihi vardır. Çağ dışı dogmalara mahkum, ümmetçilik esasına dayalı, şeyh´inin söylediklerine koşulsuz itaat eden, kul ve mürit olmayı erdem sayan bir kişinin veya grubun güdümünde yönetilen çağ dışı bir toplum mu olacaktır?
Yoksa, Atatürkçü Düşünce Sistemi’ni, çağdaş ve evrensel değerleri benimsemiş, Atatürk Milliyetçiliği’ne bağlı, aklı ve bilimi temel hareket noktası alan, “LAİK” ve demokratik bir toplum mu olacaktır?…
Türk insanının engin sağduyusuyla gerçek yolu yani Atatürk’ün gösterdiği akıl ve bilim yolunu seçeceğine inancımız tamdır.
Saygılarımla.