YETMİŞLER-SEKSENLER
Dedi ki “Cep telefonu yok, Feysbuk yok, insagram yok, tivıtır yok, yutub yok peki, sizler nasıl vakit geçiriyordunuz?”
Gerçekten de şöyle bir düşündüm ve gülümsedim.
O yıllarda ne kadar ‘layk’sız’ ve monoton bir yaşamımız varmış!
Hatırladığım kadarıyla anlattım, mesela yetmişli yılları seksenli yıllardan daha çok sevdiğimi fark ettim.
Dün sahibinden sitesinde bir ilan gördüm.
Murat 124 marka bir araç için 95 000 lira fiyat biçmişti sahibi.
Yetmişli yıllar biraz Murat 124 biraz Anadol gibiydi.
Herkese hitap eden ama az kişiye nasip olan.
Bizim kuşak şanslı aslında.
Ülkemizin en doğal ve yalın halini yaşadık, o dönem ki büyüklerimizin bu günkü büyüklerimizden daha hoşgörülü, vakarlı ve sağlam duruşlu olduğuna ben kefilim.
Gelişmeyi ve ilerlemeyi ithal pahalı otomobiller, elektronik oyuncaklar ve sanayi tipi gıdalardan ibaret görmüyorum.
Bir ülkenin gelişmesi o ülkenin dünya pazarlarında ki ürün yelpazesi ile ölçülür.
O yıllarda bugün dalga geçilen “Fındık, kuru üzüm ve benzeri tarım ürünleri” ile dünya pazarında yerimiz vardı.
Bu ürünleri satarak azımsanmayacak sayıda sanayi tesisleri kurduk.
Pazarlayacağımız sanayi ürünleri ise yok denecek kadar azdı ki bugün de çok şeyin değişmediğini görüyoruz.
O yıllarda çizgi romanlar okurduk, sinema gibi gelirdi bize, mizah dergileri vardı ki siyasi liderlere neler yaparlardı.
Postacı baş tacıydı, korkup kaçılan değil.
Popüler sanatçıların para kazandığı festivaller yerine panayırlar vardı, yöresel ürünlerin satıldığı büyük bir pazardı.
Gerçek ata sporumuz olan Karakucak güreşleri yapılır ve yenilen pehlivana “Vita yağımı yedin” diye laf atılırdı.
Yiyecekler içecekler doğaldı, Neşe gazozu ve Ar şifa gazozu içer İsrail’i protesto etmek zorunda kalmazdık.
Şimdilerde moda olan yırtık pantolonlarımıza yama yaptırırdık.
Kimse evinin kapısını kilitlemek zorunda kalmazdı.
Toprak en kutsal değerdi, tarlasına, sınırına tacizde bulunan komşusunu vuran bir neslin, ülkesine uzanan elleri ne yapacağını siz düşünün.
Televizyonda hem de o tarihlerde Pazar konseri adıyla klasik müzik yayınlanırdı. Bob Norman Ross izleyip resme merak salmayanımız yoktu, Cenk Koray, Halit Kıvanç hele “Evet dediniz” diye havaya zıplayıp bizleri heyecanlandıran Erkan Yolaç gibi değerlerimiz, değerlerimizle birlikte yok oldu.
Televizyonda program sunanlar ve programa çıkanlar ‘milyonların karşısında’ olduklarını bilir ve saygıda kusur etmezlerdi.
Zeki Müren gibi Türkçe konuşan, Müzeyyen gibi şarkı okuyan sanatçılarımız yok artık. Seksenlerin sonrasında her şey değişmeye başladı, 12 Eylül darbesi bu ülkenin sağcısına solcusuna ve değerlerine karşı yapılmıştı.
Seviye her geçen gün azalmaya başladı.
“Selvi boylum al yazmalım” gibi filmlerin yerini “Tutti Furitti’ler” aldı.
Adamlar bizi öyle bir tuttiler ki, hala avuçlarındayız ve çırpınmak bile gelmiyor aklımıza, çırpınanında kafasına vuruyorlar.