SOYDAŞ GÖÇMENLER
Son yıllarda ülkemize akın eden Arap kökenli göçmenlerle ilgili tartışmalar son bulacak gibi değil.
Göçmen ya da sığınmacı adı ne olursa olsun bundan sonraki yıllarda çok daha hararetli tartışmaların odağı olacak.
AKP’ye oy veren ve hiçbir şartta bu kararından vazgeçmeyecek olan seçmenlerin, mültecilere karşı bakış açıları genel başkanlarının söylemlerine göre değişiklik gösterirken, MHP-li seçmenlerin gizliden gizliye göçmen karşıtlığı sürüyor.
Göçmenleri savunannların gerekçeleri ise Ensar ve Ümmet başlığından “Canım Balkanlardan gelenlere bir şey demiyorsunuz!” çizgisine geldi.
Öncelikle, Balkanlar’dan gelenler, Balkanlar’a nereden gitti ona bakalım. Osmanlı’nın Balkan seferleri zaferle sonuçlandıkça Balkan ülkelerinin yönetimleri de el değiştirmiş oldu.
Osmanlı aldığı her ülkeye bir Vali, bir Kadı ve bir de Paşa atadı.
Bu üç ana başlıkta ele aldığımız yonetimin tüm kadroları Anadolu’dan ve ekseriyetle Karaman bölgesinden gönderildi.
Osmanlı toprak kaybettikçe o bölgede yaşayan soydaşlarımız hedef olmaya başladı.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte muhacir ya da göçmen değişimi başladı.
Özellikle İstanbul’da ve İzmir’de yaşayan Rum kökenli Türk vatandaşları Yunanistan’a, Yunanistan’da yaşayan Türkler ise anavatanlarına döndü.
Bu değişimde en büyük sorun muhacirlerin mülkleri oldu.
1923 Lozan anlaşmasına ek olarak yapılan sözleşme uyarınca Anadolu’dan Yunanistan’a-1.2 milyon Rum, Türkiye’ye ise 500 bin Trakya Türkü gelmiştir.
1930 yılına kadar süren bu göç dalgası 1930, İsmet İnönü, Venizelos sözleşmesine kadar devam etmiştir.
Lozan anlaşmasın ek olarak düzenlenen Mubadil sözleşmesi 5 madde; Türkiye’deki Rumların ya da Yunanistan’daki Müslümanların mülkiyet haklarına ve alacaklarına hiçbir zarar verdirilmiyecektir. Şerhiyle karşılıklı mülkiyet hakları güvenceye alınmıştır.
Yakın tarihte Bulgaristan’da ve Yugoslavya’da Türk azınlıklara baskı ve soykırım uygulanmış, devletimiz soydaşlarımızın anavatanlarına dönmelerinin yolunu açmıştır.
Senin Ensar dediklerin Taksim’in göbeğinde Suriye ve Afganistan bayrağı açarken bizim Naim Süleymanoğlu’muz göğsünde altın madalya elinde şanlı bayrağımızla “Türkiye” diye haykırıyordu.
Neticede bu tip olayların ciddiyetle ele alınıp toplumu temelden sarsacak kültür erozyonuna izin verilmemesi lazımdır.
“Pasaportlarını yırttıkları için gönderemiyoruz” demek başka bir itiraftır.
Suriye olayının Bal gibi bir danışıklı dövüş olduğu savaş çıkmadan apar topar mayınlı arazilerin temizlenmesinden belli.
Afgan göçmenlerin Taliban’a karşı yıllarca ABD askeri olan militanların olduğuna dair ciddi iddialar var.
Soydaşlarımızla bunları kıyaslayanların ya soy bilgileri zayıf ya da tarih bilgileri.
Son tahlilde; bu iktidar göçmenleri göndermez, gönderemez.
Bir iktidar değişikliğine kadar “Ah ulan Reza” diyerek iç çekmeye devam!