REZİDANS KÖFTE PORŞE SALATA
Yıllar önce ilk uçak seyahatimde uzun uzun bakmıştım ona. Muhteşem bir kent ve gittiğim hemen her şehirden daha güzeldi.
İstanbul’dan bahsediyorum.
En son geçtiğimiz hafta sabah saatlerinde havalandı bindiğim uçak.
Yine uzun uzun baktım yedi tepeli şehre ama ne tepe kalmış, ne ağaç, ne yeşil..
Birbirlerinin üzerine uzuneşek oynarmış gibi binen binalar, aralarından göğe ulaşmış sukabağı misali gökdelenler ve karınca sürüleri gibi araçlar.
Boğaza kondurulan köprülerde çare olmamış trafiğe.
Eskiden dost meclislerinde “İstanbul görmüş, uçağa binmiş adamım oğlum” diye hava atardım ama şimdi “o şehirde asla yaşanmaz “diyenlerdenim.
İstanbul büyüdükçe Anadolu küçüldü.
En az 3 Sivas vardır İstanbul’da.
İki Tokat gizlidir iki yakasında.
İşi gücü iyi olanlarda var elbette ama bu baş döndürücü göçün asıl sebebi işsizliktir.
Kimse durduk yere doğduğu yerden, yakın çevresinden, eşinden ve dostundan ayrılıp “keyif olsun” diye gitmezdi.
Sadece İstanbul’mu? Ankara’da üç Yozgat, iki Çankırı saklıdır.
Hemşeri derneklerinin tabelaları bir şehrin anatomisini çıkarmanıza yeter de artar bile.
Büyük kentlerin nüfusu arttıkça Anadolu kültürünü kaybettik.
Eskisi gibi türküler yakılmıyorsa, destansı sevdalar yaşanmıyorsa ve bir çoban kaval üflemiyorsa bunun sebebi geçim telaşındandır.
Lüksümüz arttıkça ikili ilişkilerimiz, dostluklarımız ve komşuluklarımız azaldı.
Aynı masada karşı karşıya oturan çiftleri veya ahbapları gözlemliyorum, elde telefon ve herkes kendi dünyasında “sanal bir hayat” yaşıyoruz.
Anadolu göçtükçe çok şey kaybettik aslında.
Tarım bitti, hayvancılık bitti, tadı damağımızda kalan yöresel yiyecekler bitti.
Endüstriyel gıda ile doğal gıda savaşını maalesef ilaç firmaları kazandı.
Doymak bilmeyen para iştahlı adamların dolmak bilmeyen para kasalarına çalışıyor asgari ücretli gençler “Taşı sıksa suyunu çıkarır” dediğimiz delikanlılar taşeron işçisi olmuş ve köle gibi pazarlanıyor herkese…
Birçok ülkeden büyük kentlerimiz var ama insanlar yorgun, insanların yüzleri asık, gülemiyor işinden çıkan memur, işçi ya da esnaf.
Hep bir gelecek ve güvenlik kaygısı var.
Anadolu küçüldükçe insan kalitemiz azaldı ve suç oranı arttı.
Eskiden iki mahalle bekçisiyle sağlanan güvenlik şimdilerde onbinlerce polisle ve binlerce kamera ile sağlanamıyor.
İnsanların birbirlerinin dedesini, yedi sülalesini tanıdığı yerlerde suç olmaz, utanma çekinme olur, saygı sevgi olur.
Anadolu’yu terk eden her insan devlete külfettir aslında.
Keşke yeni yollar, yeni köprüler, yeni yeni altyapı yatırımları için harcanan paralar Anadolu’nun kalkınması için harcansaydı.
Cumhuriyet döneminde kalkınma Anadolu köylüsüyle başlamış ve sanayimizi onların ürünlerini satarak kurmuştuk.
Anadolu’nun çeşitli kentlerinde bulunan devlet yatırımları tek tek kapatıldı ve ya özelleştirme adıyla insanlar işsiz bırakıldı.
Bizim Tokat’ta sigara fabrikası vardı ve hiç zarar etmemişti.
Elin Amerikalısı bastırıp parayı aldı ve fabrikayı kapattı…
Elin Amerikalısı şimdi gözünü Turhal Şeker Fabrikasına dikmiş.
Nasıl sigarada kendine esir etmişse yurdum insanını, şekerde de şurup satarak hem sağlığımızı bozacak hem de çiftçiyi bitirecek.
Devleti yönetenleri buna ne mecbur ediyor bir türlü anlamış değilim.
Şimdilerde; saman, peynir, buğday, nohut, mercimek ithal eden bir ülke olduk.
Eğer bugünden tedbir almaz su kaynaklarımızı, ormanlarımızı ve topraklarımızı korumaz isek, Rezidans köfteyle, Porşe salatayla doyar, Ayfon ayranıyla serinleriz…