GEÇMİŞTEN GELECEĞE-Sudi Çandır
Gençlikle çocukluk arasındaki o çizgiyi hepimiz yaşadık. 15 yaşını geçince insan artık bir kimlik ve kişilik arayışına girip kendi kalıplarını oluşturmaya başlıyor.
Daha önceden model seçilen başta babalar ve diğer büyükler yavaş, yavaş gözden düşmeye başlıyor.
Sonra daha popüler kimlikler model olarak seçiliyor.
Bu kişinin hangi eğilimde olduğu ile doğru orantılı olmak şartıyla devrin popüler şarkıcıları, siyasetçileri, sporcuları birer idol oluyor.
Benimde o yaşlarda ilk modelim olan babam gözümden yavaş, yavaş düşmeye başlamıştı.
“Aman oğlum oku! Adam ol! Sağa, sola karışma dimdik yürü!” öğütleri artık kulağımın birinden girip diğerinden çıkıyordu.
Tabiî ki bunu ona belli etmez yüzüne karşı kabullenmiş gibi görünür yine bildiğimi yapardım.
Sağa sola karışma sözüne ise çok sinirlenirdim.
“Caddeler, sokaklar sloganlarla yıkılacak, bütün yaşıtlarım ülke sevdasıyla yanıp tutuşacak ben sessiz kalacağım?”
Gecenin bir yarısında bir gün önceden badana yapılmış beyaz duvara kırmızı boya ile slogan yazmanın keyfini nerden bilebilirdi ki? “Babam”
Sonra bu zıtlaşmalarımız büyüdü.
Babam,” aman sigara içme oğlum” dedi.
Ben zar, zor alıştım. “O diyene kadar sigara içmiyordum”
“Hiçbir kavgaya karışma oğlum” dedi.
“Hem dayak attım, hem dayak yedim”
“Kimsenin kızına bakma” dedi.
“Ertesi gün ilk ona yakalandım”
Nefret ederdim, onun bilge kişiliğinden ve her şeyi biliyormuş gibi davranmasından.
Hele cebime koyduğu harçlığı nasıl harcayacağıma karışması ise benim gibi özgürlük budalası birine “Sevr antlaşması” imzalatmak gibi bir şeydi.
“Oğlum büyüklerinin sözünü dinle, bilmediklerini sor!”
“Ya” derdim içimden, “Büyükler çok şey bildiği için mi dünyanın en geri kalmış ülkesiyiz?”
Şimdi düşünüyorum da!
İşime gelmeyen şey bilgiye kolay ulaşmakmış.
Kendi sığlığımın ve cahilliğimin hırsını babamın çok bilmesinden çıkarmaya çalışmışım.” Bana söyledikleri her şey doğruydu”
İç dünyalarını tahmin ettiğim halde. Şimdi bende çocuklarıma aynı öğüdü veriyorum..
Ne kadar zordur boş bir beyine şekil vermek.”Öğretmenlerimiz sizlere ne çok şey borçluyuz”…
İnsan yaşadıkça öğreniyormuş her doğruyu, her yanlışı.
Elini çaydanlıktan uzaklaştırma çalıştığımız çocuk bunun ne anlama geldiğini yandıktan sonra anlıyor.
Dünyada en zor, en zahmetli ve en değerli olan şey bilgidir.
Bilgiye kolay ulaştığınız zaman onun değerini anlayamıyorsunuz, “tecrübe hayatta yaşanan olumsuzlukların bileşkesidir” sözü ne kadar doğrudur.
Ve her bildiğimizin milyon kere bilinmeyen demek olduğunu hiç kabul etmeyiz…
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
Herkesin her konuda uzman olduğu, Çobanın doktora reçete yazdığı, doktorun çobana koyun otlatma teknikleri anlattığı bir çerçeveden böyle anlamsız bir durum çıkıyor ortaya.
Hızır’a hınzır, hınzıra Hızır dediğimiz sürece, her şeyi tersinde okuduğumuz müddetçe!
Karaya AK, deriz. Aka’da kara. İçinde çıkar ve menfaat duygularının bulunmadığı bir yaşamı öğrenebilseydik, öğretebilseydik “bir şikâyetimiz olurdu o da mutluluktan”
Geçmişimizi dikkate almayarak, atalarımızın bize bıraktığı emaneti inkâr ederek sadece kendimizi kandırırız.
“ben, ben” duygularını yenemediğimiz müddetçe gittiğimiz yer “henüz çıkmadığımız bir yolculuğun başlangıcıdır”
Birileri çıkıp ta,”79 yıllık cumhuriyet tarihinde yapılamayanları yaptık” derse inanmayınız. O atalarını inkâr ederek kendi beceriksizliğini örtmeye çalışıyordur.
Mutlu ve sağlıklı bir hafta dileklerimle, yolunuz mavi olsun.