DÖRT ÇARPI DÖRT

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Her dönemin kendine göre kuralları ve bir yaşam biçimi vardır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Fotoğrafa ve resme meraklı biri olduğum için cumhuriyetle birlikte ve özellikle kılık kıyafet devrimiyle başlayan yeni yaşam şartları hakkında az çok bilgi sahibiyim.
Cumhuriyetin ilk yılları: Atatürk’ün giydiği kıyafetler modaydı. Fötr şapka üç düğmeli ceket, altında yelek ve paçası dar bel altı geniş pantolon. O zamanlar papyon çok daha ön plandaydı. Yaka cebinde bir adet mendilse hem aksesuar hem de işlevsellik olarak mutlaka bulundurulurdu.
Kadınların bir kısmı kısa etek üzerine bedeni saran katmer yakalı gömlek ve dar ceketler giyerken, ülkenin merkezden uzak şehirlerinde daha çok yöresel kıyafetlerin hâkimiyeti vardı. Çarşaf giyende vardı. Entari ve üzerine bir hırka başörtüsü olarak ta oyalı tülbentler.
Benim doğduğum ilçede bu kıyafetlerle dolaşan insanları aynı caddede yan yana görmek çok olağan bir sahneydi. Cumhuriyetle birlikte hızla modernleşen şehirler de vardı.
Bu modernleşmede en büyük etken devletin açmış olduğu fabrikalardı.
O yıllarda yapılan fabrikaların tamamında tiyatro ve sinema salonu, sosyal yaşam alanları vardı. Cumhuriyetin 10 yılında: Ülkenin hemen her şehrine sinema salonları yapılmaya başlandı. 1950 yıllarından sonra açık hava sineması olmayan ilçe yok gibiydi. Eğitim süresi İlkokulda 5, ortaokulda 3 yıldı. İlkokulun mecburi üniforması siyah önlük beyaz yakalık, ortaokulda lacivert takım ve şapka giymek mecburiydi.
O dönemlerde öğretmenime sormuştum,” Neden aynı elbiseleri giymek zorundayız öğretmenim?”
Cevap olarak,”Herkesin maddi durumu eşit değil. Okullarda ve kışlada herkes aynı kıyafeti giyer ve bu eşitlik ilkesine uyar” diye cevaplamıştı. Birde mezara giderken tek tip kıyafet var. Her kul öbür dünyaya aynı şartlarla gider mükemmelliği.
Uzatmayalım, 1960 yıllar: Özellikle Amerikanvari yaşam tarzının hüküm sürdüğü yıllar. Sosyetikler ağır aksak ve bozuk İngilizcelerini Türkçeyle harmanlar ve farklı bir kulvarda olduklarının altını çizerlerdi.
Amerikan arabalarının büyük şehirlerimizin caddelerinde boy gösterdiği yıllar.
Oysa kırsalımızda küheylan gibi atların, körüklü çizmelerin ve İngiliz külotu denilen pantolonların hükümranlığı sürüyordu.
Sucuk sektörü gelişmediği için karakaçanlar hala en ucuz ulaşım aracımızdı.
Bu yıllarda üniversite mezunu olanlar parmakla gösterilir lise mezunlarına ise gıpta ile bakılırdı. Hâkimiyetse hala köy enstitüsünden yetişen öğretmenlerindi.
1960 yılların sonlarında: Kennedy, Demirel şapkaları meşhurdu. Daha muhafazakâr kesimler tepesi püsküllü örme şapkalar giyerlerdi. Parfüm yerine hacı yağı, çamaşırda tokaç, bebek altlarında höllük, saçlar için kil kullanılırdı. Sokaklarda ve caddelerde faytonların hâkimiyetinin yavaş yavaş azaldığı yıllar. İlkokullarımızda tozdan eritilerek zoraki içirilen sütlerin semeresini gördüğümüz 1970’li yıllar: Sağda ve solda onlarca ideolojik fraksiyonlar artık ülke genelinde hâkimiyet kurmaya başlamıştı. Barajlar kralı, Kıbrıs fatihi, milli sanayi hamlesi deyimleri İspanyol paça pantolonlar eşliğinde hayatımıza girdi. Ecevit’in kasketi,
Sol görüşlülerin Parka’sı, ülkücülerin Kafkas usulü kalpakları meşhurdu. Camilerde dolar taşardı, meydanlarda.
Kasabalardaki Land Rover ciplerin yerini yerli montaj Renolar ve Muratlar almaya başlamıştı. Avrupa görmüş insanlarımız sayesinde öteki dünyayı tanımaya başlamıştık. İmam hatip okullarının çoğalmasıyla birlikte Erbakan hoca da ülke siyasetinde ağırlığını hissettirmeye başladı. Çünkü herkesin bir arka bahçesi vardı.
1980’li yılları ikiye ayırmak gerekiyor: Önceki on yılda biraz ileri gidenlerin susturulduğu ilk yarısı, ideolojinin yasaklanıp ‘savaşma seviş’ mantığının ön plana çıktığı, davulcu Asımlar, hayali ihracatçılar ve banker Kastellilerin hüküm sürdüğü son yarısı.
Özelleştirme politikası kısa dönemde tuttu. İslami sermaye, yeşil sermaye, globalleşme, çağ atlama gibi deyimlere 1990’lı yıllarda alıştık. TV’de Jetgillerin,  piyasada Jet Fadılların ve Nurettin Güven’lerin hâkimiyeti vardı.
Meydanlarda ‘kurtar bizi baba’ çığlıklarının dillendirildiği dönemlerdi. PTT’nin aslında telekomünikasyon olduğunu bu yıllarda öğrendik. Özel TV’ler Borsa, özelleştirme bu senelerin unutulmazlarıydı.2000’li yıllarla birlikte her alanda tavan yaptık. Devletçilik gibi çağ dışı! Bir sistemi terk edince aslında Devletin ‘baba’ olmadığını da anlamış olduk ‘Demirel’e rağmen’
Sonra İleri demokrasiyle tanıştık. Müslüman bir Cumhurbaşkanımız oldu. Yabancı sermaye oluk oluk aktı. Dünyayla bütünleştik. !
Bir dönem ‘bizi İran yapacaklar’ önyargısıyla baktıklarımızın, ‘irtica var’ diye kabullenmediklerimizin önce Irak ardından diğer İslam ülkelerine yapılan demokrasi hareketlerine katkılarını görünce anladık yanılgılarımızı. Önceki dönemlerde “İran gibi mi olacağız” diyerek şimdiki zihniyete karşı çıkanların hepsi İran’ı tutmaya başladığında gözümüz açıldı. BOP’a eş başkan verdiğimiz, ekonomide Dünya karmasına girdiğimiz, Küresel kriz denilen belaya kafa tuttuğumuz bir dönemi yaşıyoruz. 5 Yıllık eğitimden 4+4+4=16 yıllık eğitime geçiyor ve bu sistemden dindar nesil bekliyoruz şimdi.
Ben inanıyorum: Nasıl dünün çulsuzlarını bugün 4×4 araçlara bindirmişseniz..!
Bunu da başarırsınız. Ha gayret…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Mahmutlar Haber, En Güncel Haberler, Son Dakika - MahmutlarPost ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!