ARABA SEVDASININ KAMÇILANMASI
Bazı kişilerin sevdası o kişilerin tutulduğu tutkuya bağlıdır. Örneğin; o kişiler okumaya yazmaya sevdalıdır. Okudukça yazdıkça topluma bir şeyler verdikçe o kişiler mutlu olur.
Ancak bazı kişiler var ki – bunlar çoğunluktadır – yaşamlarını hep maddi eksene doğru kaydırmışlardır.
Örneğin; benim bir arabam olsun, bir evim olsun ya da bir iki evimle birlikte bir iki arabam olsun diyerek yaşamlarını hep maddi kazançlarına göre değerlendirirler.
Çünkü bu kişilerin çocukluğu ve gençliği genelde maddi sıkıntı içinde geçtiği için biraz palazlandıktan sonra devamlı satın almak isterler.
Daha doğrusu bu isteklerin karşılanması için yazılı ve görsel medyanın sürekli gösterilen reklamları sayesinde bu istekleri kamçılanır. Örneğin otomobil, cep telefonları, konut reklamlarını bunları örnek olarak gösterebiliriz.
Bu arzularını karşılamak içinde hasbelkader ellerine para geçtiği anda eski sıkıntılı günlerini unutarak karlı dağları da ben yarattım havasına girerek kendilerini de bir halt zannederek kendi çaplarında sözüm ona bir yere geldiklerini zannederler. Daha doğrusu batı ülkelerindeki vatandaşlar gibi yaşamaya çalışırlar.
Bu yaşantıyı becerebilirler mi? Bu soruya yanıt vermeden önce Tanzimat romancısı Recaizade Mahmut Ekrem’in 1895 yılında yayınladığı Araba Sevdası adlı romanında alafrangalık modasının o zaman ki koşullara göre hayatımızda yaptığı tahribatı hikaye ediyordu.
Frenkçe kelimeler kullanmak, Frenkler gibi giyinmek ve onlar gibi görünmek isteyen bir gencin Çamlıca da arabalarla gezildiği bir devirde karşılaştığı olayları alaylı bir dille ve realist tasvirlerle ve sosyal tenkitlerle bu romanda anlatmıştı.
Aradan bir asır geçti. Toplum olarak bizler acaba çağdaş yaşam koşullarının neler olduğunu biliyor muyuz? Bu soruya olumlu yanıt veremeyiz.
Nedenlerinin başında ataerkil bir yapıda büyütüldüğümüz ve eğitildiğimiz için yaratıcı gücümüz bir yönde gelişmemiştir. Daha doğrusu içine kapalı ve yaşanan olayları sorgulamayan bir yapımız var.
Hal böyle olunca bizler doğulu gibi düşünüyoruz ancak batılı gibi yaşamaya çalışıyoruz. Örneğin; araba sevdası olan otomobil tutkumuzu ele alalım. Bizler, otomobili göçebe kültüründen gelen bir alışkanlıkla at gibi dehleyerek kullanıyoruz.
Öteki konularda olduğu gibi otomobil kullanmak bir eğitim ve kültür konusu olduğunu henüz bilmiyoruz. Üzülerek ifade etmek gerekirse daha yolda yürümesini bilmeyen binlerce kişi bugün altlarında otomobil ile trafikte dolaşmaktadır. Sonuç ne oluyor? yollar trafik kazalarında dolayı kan gölüne dönüyor.
Unutmayalım; düşünce tarzımız çağa uygun bir şekilde gelişmedikçe, yaşanan olaylara bakış açımızda kolay kolay değişmez.