Milli İrade, Siyaset ve Devlet
Milli irade, seçmen tercihlerinin seçim sandığına yansımasıdır. Demokrasilerde bunu inkar etmek, yok saymak ya da önemli bulmamak elbette ki mümkün değildir.
Ancak; burada, “milli irade”nin hangi koşullarda seçim sandığına yansıdığına bakmak gerekir.
Siyasi partilerimizin seçimler öncesinde, partilerinin seçim bildirgelerine, halkın tercihini kazanmak için yaptıkları konuşmalara, halkın huzurunda deklere ettikleri vaatlerine göre seçmenin kendilerini yetkilendirdiğinin aksini savunmak doğru olmadığı gibi, yetki almadığı konularda kendisini yetkili saymak ta doğru bir yaklaşım değildir.
Bunu, daha anlaşılır bir şekilde ifade etmek gerekirse; boşanma davasının takibi için, avukatına noterden yetki veren bir kişinin, kendisine verilen yetkileri aşan avukatı tarafından, o kişinin taşınmaz malları üzerinde de dilediği gibi tasarrufta bulunması ne kadar kabul edilemez ise, halkın kendisine verdiği sınırlı ve koşullu yetkiyi sınırsız kabul ederek dilediği gibi tasarruf hakkına sahip olduğunu savunan, bir siyasi oluşumun tasarrufunu veya o siyasi oluşumun kendisini her konuda yetkili saymasını kabul etmek, elbette ki mümkün olamaz.
Bu açıklama ışığında, her sözünün başında “milli irade” sözcüğünü kullanan siyasilerin, bunu akıllarında tutmaları gerekir. Zira; halk, kendilerine seçim sürecinde yazılı veya sözlü olarak deklere ettikleri vaatleri doğrultusunda yetki vermişlerdir. Sınırlı ve koşullu olan bu yetkiler aşılmak istenirse, ülkede kaos yaratmak suçunu işlemiş olurlar ve tarih önünde hesap vermekten kurtulamazlar.
Buna ilave olarak, halkın bilinç, algı ve eğitim düzeyini de dikkate alarak çok iddialı olan “milli irade” sözcüğünü kullanırken, vicdani ölçünün de kaçırılmamasına özen gösterilmesinde sayısız yararlar vardır. Devlet adamı olabilmenin gereği de budur.
Yıllardan beri hayalini kurduğum bir düşüm var.
Bu düş; bir gün iyi olan bir şeyleri yazmak.
Övüne, övüne bir şiir gibi dökülerek kalemimden, mutlu bir gülüş eşliğinde yazsam satır, satır geleceğe umutla bakarak….
Ülkem iyi yönetiliyor, ülkemin insanları mutlu, sosyal güvencesi var, payına düşeni alıyor diyebilsem.
Cumhuriyetim ve onun yapı taşları korunuyor, vatan toprakları için yalın ayak, aç susuz, uykusuz, günde bir öğün yağlı un çorbası ile Allahüekber dağlarında, Çanakkale’de, İzmir’de, Kahraman Maraş’ta; Gazi Antep’te, Afyon’da, Edirne’de Ardahan’da bu cennet ülkeyi istilacı güçlerden arındıran şehitlerimizin kanları yerde kalmadı, kemikleri sızlamadı diyebilsem……
Ümmetçilikten kurtararak “halk olma özgürlük şerefi”ni bizlere veren yürekli, adam gibi devlet adamlarının manevi huzuruna çıktığımda utanmasam……
O yüce devlet adamı ki; “……dahili ve harici bedhahların olacak……” demişti kara günleri işaret ederek.
O yüce insanı gün geçtikçe daha iyi anlıyor, O’na olan saygım ve bağlılığım daha da pekişiyor.
Utanıyorum bu sahte suratlardan, utanıyorum bu arsız hayasızlardan.
Utanıyorum O’nun kurduğu okullarda ilim, fen öğrenerek; akıl almaz şan – şöhret, servet sahibi olan, siyaset yapma adına, üç – beş oy fazla alma adına yapılan çirkinliklerden, hala hoşgörüsünü kaybetmemiş, aç, işsiz, yoksul, kuru lokmaya muhtaç edilen sessiz yığınlar adına utanıyorum.
Saygılarımla.