UTANIYOR MUYUZ ?
Günümüzde en çok “dürüstlük” ve “utanma” kavramlarının tecavüze uğradığını hiç düşündünüz mü?
Ne yazık ki bizim gibi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde “dürüstlük” ve “utanma” kavramları hiçbir zeminde gerçek değerine yaklaşmayı bile başaramamıştır.
Eğitimde – kültürde – insan haklarında – adalette – eşitlikte – sosyal güvencede – refahta – çevre bilincinde – hak aramada – hesap sormada – seçmede ve seçilmede – toplum bilincinde kısacası demokratik hak ve özgürlüklerde yeterli doyuma erişmemiş toplumlarda, yönetenler ile yönetilenlerin çıkarları doğrultusunda gösterdikleri kuralsız dirençler, “dürüstlük” olgusunun gerçek anlamda değer kazanmasını engellemektedir.
İnsanların en zor edindikleri “dürüstlük” yeteneğidir. Kişiliğin yüceliği ya da saygınlığı, dürüstlük ilkesi ile doğru orantılıdır. İnsan olmanın önemli özelliklerinden birisi de, gerçek anlamda “utanma” duygusuna sahip olmaktır.
Yaptığımız bir hatayı, toplum karşısında ne kadar gizlemeye çalışsak ya da haklılığımızı savunmaya gayret etsek de, kendimizi bu konuda sorgularken utandığımızı hissederiz. Eğer buna rağmen utanamıyorsak kişiliğimiz evrimini tam olarak gerçekleştirmemiş demektir.
Bulunduğumuz bir görevde ne kadar başarılı olduğumuzun sorgulamasını, öncelikle kendinizi karşınıza alarak yapmalıyız. Ancak bunu yaparken mutlaka üçüncü gözden bakmalıyız. Aksi halde, utanmaya devam eden ve evrimleşmesi ertelenen kişiliğimizle sürekli birlikte olma alışkanlığı kazanmış oluruz.
Şimdi izin verirseniz size birkaç örnek sunmak istiyorum.
Demokratik Hukuk Devleti yönetim biçimi ile yönetilmekte olduğumuzu her alanda haykırıyoruz. Ancak; yer çekiminin olmadığı bir boşluktaki bu haykırışın sadece düşüncelerimizde olduğu gerçeğini görerek, “Demokratik Hukuk Devlet Düzeni” kavramından utanıyorum.
İnsan haklarına saygılıyız diyoruz, haklarını hiçbir şekilde alamayan milyonlarca insanımızı gördükçe, “İnsan Hakları” anlamından utanıyorum.
Ekonomik ve siyasi bağımsızlık bir bütündür diyoruz ve her alanda henüz yakınlaşmayı dahi sağlayamadığımızı görüyor, “Ekonomik ve Siyasi Bağımsızlık” sözcüğünden utanıyorum.
Sosyal adalet diyoruz; bunun sadece % 10 gibi bir azınlığa ait olduğunu görüyor ve “Sosyal Adalet” anlamının bu olmadığı gerçeğinden utanıyorum.
Seçme ve seçilme hakkı diyoruz; bu hakkın sadece siyasi otoritelerin dayatması ile bizler adına kullanıldığını görüyor ve “Seçme ve Seçilme Hakkının” ne olduğunu, rafa kaldırılan tozlu sayfalarda kaldığını görüyor ve utanıyorum.
Her kademede liyakat esas olmalıdır diyoruz; ancak, amaca ulaşmak için başkalarının kişilik haklarına dil uzatarak her yolu mubah sayan zavallıların var olduklarını görüyor ve insanlık adına utanıyorum.
Devleti yönetenlerin, şu yada bu şekilde gelip oturdukları makamların kutsallığını korumaları esastır diyoruz, ancak; siyasi rant sağlamak için devleti babalarının çiftliği gibi kullandıklarını görüyor ve o makamların kutsallığından utanıyorum.
Tanrı katında hiçbir şekilde affedilmeyen kul hakkıdır diyoruz; halkımızın, yutmakta dahi güçlük çektiği kuru lokmayı boğazından çalan imtiyazlı azınlıkların dokunulmazlık zırhlarını güçlendirenleri görüyor ve haklarını koruyamayan çaresiz ve yaşamları zehir edilen insan yığınlarımızdan utanıyorum.
Düşündükçe, utanacağım yığınla daha çok şeyler olduğunun farkında ve bilincindeyim.
Kısacası her konuda “utanma” duygusu katına yükselmeyi dahi becerememiş zavallıların hala “dürüst” geçindiklerini görüyor, DÜRÜSTLÜK VE UTAMNA sözcüklerinin dilimizde yer almasından ben utanıyorum.
Yakın tarihimizde herkesin çok iyi tanıdığı asil bir devlet adamı vardı. Merhum sayın Bülent ECEVİT. Nur içinde yatsın ve ruhu şad olsun. Bu gün de, sayın Kemal KILIÇTAROĞLU’nun inşaat bekçiliği yapan kardeşinin haberini okuyunca içimden bu yazıyı yazmak geldi.
Son yıllarda ülkemizin içte ve dışta geldiği noktayı hala göremiyor muyuz yoksa görüyor da algılayamıyor muyuz?
Saygılarımla.