SEVGİ
Son yıllarda dilimize yerleşen sevgi kavramı, ne kadar biliniyor manidar? Bu durumu en güzel şekilde özetleyen bir hikaye vardır.
Rus yazar Dostoyevski bir toplantıda, yüksek sesle şiir okuması nedeniyle Çar tarafından Sibirya’da bir hapse mahkum edilir.
Dostoyevski hapis cezasını bitirdikten sonra anılarını kaleme alır. Ve bu anıları “Ölüler Evinden Anılar” başlığında toplar.
Yazar hapse girmeden önce insanları tanıdığını ama hapse girdikten sonra ne kadar yanıldığını anlatır.
Ve bu insanlara “kara halk” tanımlanmasını yaparak, bu “kara halk” durumuyla insanları ve kendini derinlemesine inceler.
Dostoyevski hapishanede bir köpekle karşılaşır. Ve her mahkum bu köpeğe tekme atarak geçip gitmektedir. İşin ilginç yanı köpek bu duruma o kadar alışmıştır ki, her mahkumu gördüğünde kendisi de tekme yiyecek pozisyon alır.
Dostoyevski bir gün köpeğin yanına yaklaşarak başını okşar. Köpek önce şaşırır, sonra oradan hızla uzaklaşır ve acı acı havlamaya başlar!
Ve o günden sonra köpek, Dostoyevski’yi her gördüğünde kendisinden kaçar.
Köpek, itilmeye, tekmelenmeye o kadar alışmıştır ki, kendine sevgi ile yaklaşan birine acı acı havlayarak tepki vermekten başka davranış bilemez.
Dikkat edilirse, çevremizde çoğu insanın durumu da böyledir. O kadar dışlanarak, ezilerek büyüyen insan, kendine ne kadar sevgiyi verirseniz verin alamaz. Çünkü sevgi kavramını, duygusunu tatmamıştır, tanımamıştır.
Köpek kendine sevgiyle yaklaşan duyguyu tanımadığı gibi, nasıl davranacağını da bilmemiştir. Tıpkı tekmeyi atanında, tekmeyi yiyeninde ruhunun sevgiye aç olması gibi.
Oysa sevgi evrenseldir. Herkesin alma verme şekli farklıdır. Sadece bu dili öğrenmeye gönüllü olmak kilidi açmanın bir yoludur.
Bir annenin çocuğuna kızarken, aslında o kızgınlığın altındaki şefkati görmek belkide sevilmeyi öğrenmenin ilk yoludur.
Bir şeyi öğrenmeye niyet etmek ise, o durumu yaşamanın ilk adımıdır. Bu da sevgiyi gerçekten ne kadar hak ettiğinize olan inancınızdır.
Bilinmelidir ki, insan sadece inandığını yaşar…