PEYGAMBERİMİZİN VEFATI-Nazif Fethi Yalçınkaya
Peygamberimiz (s.a.v) 6 Mart 632 tarihinde sayıları 100 bini aşan Müslümanlarla hac ibadetini yaptı. Sonra Medine’ye döndü. 27 Mayıs 632 Çarşamba günü hastalandı. Hastalığı esnasında hafiflik hissettiğinde namazı kendisi kıldırır, ağırlık hissedince “insanlara emredin namazlarını kılsınlar!” derdi. Sahabeler bu günlerde mescid’de hüzünlü bir şekilde bekliyorlardı. Rasulullah’ın mihraba bazen gelememesi hastalığının daha şiddetli seyrettiğini gösteriyordu. Oysa onlar Rasulullah’ın mübarek vücuduna bir dikenin batmasına bile razı değillerdi. Rasulullah’dan ayrı kıldıkları her namazda onlar da Rasulullah’ın çektiği acılara ortak oluyorlardı.
Rasülullah, son nefesini vermeden önce kölelere iyi davranmayı, onları giydirmeyi, yedirmeyi, onlara yumuşak söz söylemeyi ve namaza devam etmeyi tavsiye etti. O günlerde kölelik bir vakıa… Dünyanın bir sorunu… Rasulullah son nefeslerini veriyor. Sakin, telaşlı değil. Her şeyi zamanında yapan birinin rahatlığı var. Devlet işleri, tayinler, gelirler, giderler, vergiler, elçiler, yazışmalar vs. Bütün bunlar bir yana o toplumun zayıf bir kesimine daha iyi davranılmasını istiyor. Ey işverenler! Ey güçlüler! Ey zenginler! Açın kulaklarınızı ve gözlerinizi! Emriniz altındakilere ne yapıyorsunuz bir gözden geçirin. Çalışanlarınızla hukukunuz nasıl? Ey Müslümanlar peygamberin son vasiyeti olan namazla aranız nasıl.
Rasülullah, Hz. Aişe annemizin anlattığına göre, hafif bir sesle “La ilahe illallah, ruhu teslim etmek ne şeymiş” diyor. Habibin dudaklarından dökülen son söz: “Errafikul a’la! Er’rafikul a’la!” “ Yüce dost! Yüce dost!” oluyor. Kainatın Sevgilisi ulaşıyor dostuna. Tarih 8 Haziran 632 pazartesi. Bundan tam 1378 yıl önce.
Hz. Peygamber’in vefatı sahabeleri mateme boğdu. Vefat haberini duyan Hz. Ebubekir Peygamber’in bulunduğu odaya girdi. Yüzünü açınca gözlerinden yaşlar boşandı ve dudaklarından şu sözler döküldü: “Sana her şey feda olsun! Vallahi, ölüme iki defa uğramayacaksın. Mukadder olan ölümü işte tattın. Hayatta iken de güzeldin. Ölümünde de güzelsin.” Hz. Ebu Bekir odadan çıkarak metin bir şekilde, şaşıran halkı teskin ederek konuşmaya başlıyor: “ Ey insanlar! Muhammed’e tapan bilsin ki O ölmüştür. Allah’a ibadet edenler O’nun diri ve ölümsüz olduğunu bilirler. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “ Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir. O ölür veya öldürülürse siz gerisin geriye dönecek misiniz? Kim geri dönerse Allah’a bir zarar vermez. Allah şükredenlere mükâfatlarını verir.” (Ali İmran, 3/144)
Rasülullah’ın yokluğundaki ilk gecenin sabahı ezan vaktidir. Bilal mukaddes daveti duyuracak. Lakin yüreği yanıyor. Yanık sesi, yanık yüreğiyle hepten hüzne bürünmüş başlıyor ezan-ı Muhammediyi okumaya ve tam “Eşhedü enne Muhammederrasûlullah…” derken bir hıçkırık kopuveriyor Bilal’in ciğerlerinden. Bilal ağlıyor, sahabeler ağlıyor. Dalga dalga hüzün yayılıyor semaya. Bilal ezanı güçlükle bitirebiliyor.
Hz. Peygamber’in cenazesini Hz. Ali, Hz Abbas, Hz. Abas’ın oğulları ve Üsame b. Zeyd yıkadı. Hz. Peygamber kefenlendikten sonra cenazesi evinde bulunan serir’in üzerine konuldu. Cenaze namazı kılındı. Toplam üç- beş metre kare olan bir alanda herkes sıra sıra gelip namaz kılıyor. Daha geniş bir alan düşünmüyorlar. Muhtemelen onun aziz hatırasını son bir kez yaşıyorlar. Gönüllerden neler geçiyor. Bir imamla kılmamayı düşünmek ne ince bir anlayış!
Sıra defin işine geldi. Nereye defnedilecekti? Evi mi, yoksa kabristan mı? Hangisi? Hz. Ebu Bekir, peygamberimiz’in bir sözünü hatırladı: “Ruhu kabzedilen her peygamber ancak öldüğü yere defnedilmiştir.” Hz. Aişe’nin odasında vefat etmişti. Ortak bir kararla oraya defnedildi. Rasülullah bir pazartesi günü dünyaya gelmişti. İlk vahiy de pazartesi gelmişti. Nihayet bir pazartesi günü hicri takvime göre 63, miladi takvime göre 61 yaşında hakka yürümüştü.
Salat ve selam senin üzerine olsun ya RASÜLALLAH!
Ya RABBİ bizi mahşerde O’nunla haşreyle ! O’nun şefaatine bizi nail eyle.