MUSTAFA KEMAL’İN OĞLU
Mustafa Kemal’in oğlu diyorlardı ona,
Sırtını okşamıştı Mustafa Kemal bir sabah erken.
Geçiyordu paşalarla beylerle
Su içmişti tarlasından şuncağız.
Öbür çocuklardan ayırmıştı kendini artık,
Adını duyuyordu yüreğinde ateşçe.
Soluk alırken ekmek yerken.
Köyün yetimiydi, ölmüştü babası Çanakkale’de,
Kale gibi tutardı omuzlarında başını.
Yeşil gözlerinde bir siyahlık parlardı eskiden beri
İt gibi çabalardı bakmak için ninesine.
İnce bacakları altında kocaman ayakları vardı
Sarıydı, kuruydu bozkırda bir çalı kadar,
On üçündeydi ama göstermiyordu yaşını.
Bir zaman sonra top sesleri duyuldu uzaklardan
Al al oldu dağların moru.
Eli silah tutanlar gitmişti cephelere bıldır,
Kadınlar, çocuklar, dedeler toplandı cami avlusuna
Sordu cümlesi birbirine ne yapak?
Ansızın düşman askeri görüldü çayırda,
Geldi çattı köye gavurun zoru.
Devresi gün bir haber ulaştı evlere, samanlıklara
Alanda ismi yazılacakmış herkesin.
Ossaat bir yangın sardı Mustafa Kemal’in oğlunu,
Kimi Kadir diyecek, kimi Mıstık, Kimi Özdemir,
Ankara’dan gelen rüzgarlar önünde
Ankara’ya uçan şahinlere karşı,
O, ne desin?
O, Mustafa Kemal’in oğlu, nasıl söyler,
Adını, bir avuç düşmana.
Mustafa Kemal’in oğlu yenilmez, tutsak olmaz,
Adını vermez süngüler altında,
Kellesini verse bilem
Hem ağaç ağaçtır, öküz öküzdür,
İsim yakışmalı cana.
Tanrı’sına bir haber de salamaz
Bağlanmasın bir kez adamın eli.
Sırayla varır herkes, yazdırır ismini naçar,
Hüsmen gitti beş kişi kaldı vay vay,
İdris gitti iki kişi kaldı geriye,
Erkek olan kendini saklamaz hiç
N’etmeli ağası n’etmeli.
Çevre olmuş gavurun askeri,
Arkadan yüce bayır bakınır kırca kırca.
Gülsüm gelinin horozu öter,
Öğle namazı vaktidir, yaprak kımıldamaz.
Bir devir yaptı nazlı toprağın sevgisi on üç yıllık
Sıra ona geldi,
Yürüdü şol tarafa yürüdü ağırca.
Bayrak mıydı ne, kartal mıydı ne,
Ses verdi göklerden adı.
O yürüyordu, köylünün dehşeti büyüyordu peşinde
Büyüyordu gövdesi
Büyüyordu dağ kadar.
Dur diye haykırdılar, namluları çevirip üstüne,
Durmadı.
~ Fazıl Hüsnü DAĞLARCA ~