KENTSEL DÖNÜŞÜM MAHALLESİ
Yüzlerce kişilik kalabalığın tek bir aile gibi yaşadığı yerdi mahallelerimiz, Cami, bakkal ve çeşmelerin navigasyon görevi yaptığı, o sokakların köşe başlarında küme küme insanlar olurdu. Biri eksilse yokluğu diğerlerinin içine çöker suratlar asılır, yüzler ağlamaklı olurdu.
Ruhu vardı çamurdan ağaçtan yapılan evlerin, ya sırt sırta ya yüz yüze yapılırdı “Koruyun kolaylın birbirinizi” der gibi sahibi bırakıp gittiğinde hisseder önce direnir ve aradan birkaç yıl geçince umutsuzca dökülmeye başlardı çatısından, penceresinden, sıvasından.
Dar sokaklarında koşardık, annemizin “Gidin artık birazda sokakta oynayın” demesi sokağın güvenine, büyüklerimizin koruyucu ve kollayıcılığına güvendiğindendi.
Gökdelenlerin, AVM’lerin, görkemli cadde ikonlarının henüz keşfedilmediği geri kalmışlık günlerimizde…!
Şehrimizin sembolleriydi ya ulu bir çınar, ya asırlık bir kavak, ya da şaşalı bir konak. Çelikçomak, fot, beş taş, coz, saklambaç, körebe gibi bir sürü oyunlarımız vardı, Çok şekerdik ta ki cep telefonumuzdan şeker kırana kadar.
Radyoya pil takıp mahallenin uzağına gidip son ses açar, ne çıkarsa keyifle dinlerdik.
Herkesin lakabı vardı, yedi sülalesini bilirdik yine herkesin.
Statülerine ve sosyal yaşamlarına göre farklılık gösterse de her mahallede bir içen, bir ağır sözler eden, bir akıl danışılan, bir mucit ve bir deli mutlaka bulunurdu.
Saat, dakika hele saniye kavramıyla ölçülmezdi sabah, öğleden önce veya sonra, ikindi, akşam ve akşamdan sonraydı zaman.
Zaman zaman yoklukta vardı, bollukta ama yemin ederim komşu komşunun mirasçısı gibiydi, yardımseverdi nur içinde yatasıcalar.
Milli bayramlarda ki geçiş törenlerinden bilirdik jandarmayı, birde güven veren bir düdük sesinde gece bekçilerini.
“Ayıp olur konuya komşuya, gücü yeten var yetmeyen var” diye mendillere ya da kese kâğıtlarına saklanırdı alışveriş sonrası taşınanlar.
İki mahalle öte tarafta yüz yaşında biri ölse, davullar çalmazdı düğünlerimizde.
Veresiye satan, peşin satan levhası adamına göreydi ama yine de kimseyi geri çevirmezdi mahalle bakkalları.
Falanca insanın hayratıdır yazan sokak çeşmelerinin içi kalaylı bakır taslarlarından içilirdi sular. Bırak askere silah çekmeyi, postacı görüldüğünde bile “Devlet geldi” diye saygı duruşuna geçerdi büyüklerimiz.
Her kentin bir eski bir de “Modern” denilen yeni yerleşim bölgeleri vardır.
Tiflis’te dikkatimi çekmişti, bir kente ve ya ülkeye gittiğimde eski yerleşim yerlerini merak ederim.
Başkentin merkezinde eski ve yıkık dökük binalar vardı ama bir kısmının etrafı güvenlik çemberine alınmıştı.
Sonradan öğrendim: Eski yapıların yıkılması ve imar planının değiştirilmesi çok büyük bir suçmuş.
Eğer evini yenilemek istiyorsan devletin ilgili kurumundan orijinal planını onaylatıp ona göre yaptırabiliyormuşsun.
“Kentsel dönüşüm” dediğimiz şey orada bu şekilde uygulanıyormuş.
Geri kalmış bir ülkeden de bu beklenirdi.
Bizde doğrusu yapılıyor.
Özlediğimiz birçok değeri yitirmişiz, birçok geleneğimizi yok saymışız.
Her gün siyaseten tarihimize söver hale getirilmişiz.
Büyükşehir uygulamasıyla köyleri bile şehir yapmışız.
Şimdi senin sokak çeşmeni, çelik çomağını, saklambacını ve geleneksel tarihini kim düşünür? “Yıkın heykellerimi” diyor ya.
Ruh yok ama; yıkın kardeşim yıkın, rant var, para var, yenilik var.
Nasılsa “Eskisi olmayanın yenisi olmaz” diyenlerin hepsi birer birer göçüp gittiler çoktan…