İKİ RESİM ARASINDAKİ FARKLAR
Çöküşün farkındaydı. Yinede hiçbir şeklide Padişaha saygısızlık etmedi Baktı ki işler tamamen sarpa sarıyor ve vatan elden gidiyor. İşte o zaman “dur” deme zamanı gelmişti.
Taşın altına elini değil, canını koydu.
4 Eylül kongresini, Amasya genelgesini boş verelim. Onlar bir mücadelenin temeline vurulan ilk kazmalardı.
Efendim Samsun’a hurda bir Vapurla gitmiş. Gitmiş ya be ona bakarım. Önemli olan hedefe ulaşabilmesiydi.
Çocukken Karga kovalamış ve çobanlık yapmış.
Ne güzel.
Hayata sıfırdan, en alttan başlamayan insan zaten toplumun tamamını kucaklayamaz ki.
Savaşlara girmiş.
Başkomutanlık yapmış.
Vurulmuş.
Önce babasını kaybetmiş. Sonra annesini. Herkesin hayalini kurduğu bir çekirdek ailesi olmamış.
“Uyuyan bir milleti uyandırmak yatalak bir hastaya maraton koşturmak gibidir”.
Uyandırmış sonunda.
Yüzlerce, binlerce gün savaşmış ve kazanmış.
İsteseydi Kral olurdu, Padişah olurdu ama her şeyi elinin tersiyle itmiş.
Ne için?
Bu halk için.
Evelemeye, gevelemeye gerek yok. Dikine dikine yazalım. Eğer başaramasaydı en büyük hain ilan edilirdi.
Başardı. Haklı olarak kahraman oldu.
Düşünün ki, her türlü değerini teslim almışlar, ticaretinden, parandan, güvenliğinden, toprağına kadar.
Ama yılmamış. Dirilişe giden yolun adıdır M. Kemal.
Geri almış. Teker teker hepsine diz çöktürmüş.
Bir lideri düşmanı, methediyorsa durup düşünmek gerekiyor. İngiliz’i yenilmiş, öteki de berikide.
Sonra demişler ki,”Tanrı her yüz yılda bir kahraman gönderir dünyaya bu yüz yılın kahramanını Türklere gönderdi”
Bunu ben söylemiyorum. O tarihlerde atalarıma yenilen düşmanlar söylüyor. Cumhuriyet, Ezilen halkların kimlik kazandığı yeni bir rejimdi.
Ağır aksakta olsa her zümrenin kendini bulduğu ve ifade ettiği yeni bir sistem.
Elbette bir avuç Anadolu’ya razı olup Sevr’i savunanlarda vardı.
Emperyalizm ”kötü alışkanlığın pençesine düşmek gibidir”.
Karga kovalayan çocuk dünyada ezilen tüm halkların simgesi olup çıktı.
Atatürk demek, gücün karşısında diz çökmemek demektir. Boyun eğmemek mücadele etmek demektir.
İlkokula başladığım yıllarda bana verilen kitabın ilk sayfasındaydı onun resmi.
Ciddi, karalı ve gülümseyen bir fotoğrafını koymuştu o devirdeki sistem yöneticileri. Atatürk’ü okudukça sevdim. Sonra daha çok daha çok.
Ortadoğu’ya bakın. Hepsi birilerinin oyuncağı olmuş.
Biz değilsek. Ya da her türlü gayrete rağmen direniyorsak tüm bunları onu iyi ezberleyen bir kesimin direnişine borçluyuz.
İlkokula başladığım gün tanıdım onu.
Gözlerinin rengini arayıp durdum Siyah Beyaz resimlerde.
Büyüdükçe keşfettim renkleri.
Maviydi gözleri.
Özgürlüktür mavinin anlamı.
Çünkü ressamım ben.
Renklerle dans ederek öğrendim insanları.
İlkokula başladı bu hafta çocuklarımız. Okuma kitabını açıp ilk onun resmini aradı gözleri ama yoktu.
Bir devir sona ermiştir. İhanetin bedeli veresiye defterine yazılan hesap gibidir sonra ödenir.
“Garipler meyhanesinde şiirden bahsediyordu birisi.
Sonra bir Çubuk devirdi.
Şiirin anasını da, babasını da bir şişe şaraba satıp gitti” demiş şair.
Bekir Coşkun haklı. Birkaç kilo Nohut, bir kaç yüz kilo kömür vereni, özgür bir vatan bırakan kahramanlarla değiştirdiler.
Şimdi çocuklar Emperyalizmin korkulu rüyası Atatürk’ün değil, BOP eşbaşkanının resmiyle başlayacaklar okuma yazma öğrenmeye.