GİDENLERİN HİKÂYESİ

Onların dünyaya gelişi bile sessiz sedasızdır.
Birçoğu, yıkık dökük bir evin köhne odasında, bir köy ebesinin ellerinde tanıdılar hayatı.
Lanet olası yokluğun yalınayak, yalın yürek kalburunda örselendiler bir yudumluk yaşamlarında.
Cılız ‘akıntıları’ sadece yüreklerini sulayabilen, bir dağ köyünün ya da bir varoşun incecik gözesi gibidir onlar.
İnsanın işi bir kez ters gitmeye görsün!
Talih denilen o “aptal kuş” döner, dolaşırda bir türlü konmaz o garibanların başlarına.
Yazgıları bellidir.
Aç kurtların sofrasındaki “kınalı kuzudur” onlar.
“Vatan namustur” der çıkar evinden.
Oysa namus bildikleri vatan toprağının bir avucuna ancak öldüklerinde sahip olacaklardır.
Bir gün ansızın çalınır baba evinin kapıları.
Kapıları çalınır ama zilleri çalmaz.
Elektrikleri kesiktir……..
Bizler, “şehitler ölmez, vatan bölünmez” deriz de.
Aslında hiç yaşamadılar ki.
Onun için ‘ölmediler’. Ölmedikleri için vatanı böldürmediler.
Ateş bu, söner mi?
Bir ocaktan, başka ocağa düşer.
Analar ağlar, babalar, kardeşler ağlar. Sonra döner insan, hiç tanımadığı birine ağlar.
Gün batar, geceyi kahpe ışıklar vurur. Gün döner aydınlanır şafak vakti bir ‘baba’ uyanır.
Onlarca yıllık efsaneyi başlar yeniden anlatmaya.
“Bu sabah kapım çalındı.
Gözlerimi ovuşturarak çıktım.
Gözlerim seçemediği için,
Sana oğlum diye sarıldım”
“Metin ol amca, artık şehit babasısın” dedin ya.
“Sakinleştirici iğne yapalım mı” diye sordun ya..
Ne İğnesi oğul!
Ben hançer yemişim.
Can evimden vurulup, canımı vermişim.
Ne iğnesi oğul!
Dağ gibi bir yiğidi,
Bir iğneyle unutmak mümkün mü?
Yüreğim dağlanmış, dilim bağlanmış.
Bir iğneyle iyileşir mi oğul.
Şimdi vatan sağ olsun diyeceğimde.
Oğlum sağ olsaydı, olmaz mıydı?
Olmaz mıydı?”…….

Exit mobile version