FESLİ KILAVUZ
Nisan ayının ortalarıydı Yunan ve İngiliz uçakları Anadolu’nun çeşitli şehirlerine havadan kağıtlar atmaya başlamıştı.
Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzası bulunan bu kâğıtlarda Feslinin arzusuna uygun olarak “Kuvayı Milliye ye karşı çıkılması” isteniyordu.
Fetva işe yaradı.
Aslında neler olduğundan habersiz olan halkın bir kısmı Kuvayı Milliye’ye karşı ayaklandı. Tehlikenin farkında olan Mustafa kemal hemen karşı bir fetva hazırlanmasını istedi.
Ankara Müftüsünün başkanlık ettiği beş müftü ile birlikte 21 kişinin yer aldığı kurul bir fetva hazırladı.
16 Nisan 1920 günü “Direniş” adı verilen 155 din âlimi ve müftünün imzası vardı bu fetvada. İşgal kuvvetlerinin baskısıyla “Fetvayı yayınlayan” Rıfat Hoca alelacele idama mahkûm edildi. Aynı mahkeme Mustafa Kemal ve İnönü hakkında da idam kararları vermişti.
Bu idam kararları Padişah Vahdettin tarafından 15 Haziran 1920 tarihinde onaylandı.
Çünkü işgal kuvvetlerine karşı çıkan, direnişi örgütleyen herkes “Hain” ilan edilmişti.
Kurtuluş savaşının ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen ilan edildi.
3 Mart 1924 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı kurulup başına Kuvayı Milliye’nin direniş fetvasını hazırlayan Rıfat Hoca) Börekçi getirildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kurumu cumhuriyetle birlikte tesis edilmiştir.
Özellikle bazı çevreler Atatürk’le ilgili olarak yalan yanlış, mesnedi olmayan sözler sarf edip “Din âlimlerini idam ettirdi” diyerek kara propaganda yapmaya bayılırlar.
İdam edilenlerin sicilleri Yunan ve İngiliz subaylarına övgülerle doludur.
“Her sakallıyı hoca, her bıyıklıyı koca” sanmanın verdiği ruh hali nasıldır bilemem ama yıllarca Fetö’nün peşinde koşanlar da onu “Alim, ve din adamı” olarak bilmiyorlar mıydı? Devletin istihbaratının ve mahkemesinin tespitlerine rağmen milyonlarca insan onun peşine takılıp doğum günlerini stadyumlarda kutlamadı mı?
Yada o Fesli’nin dediği gibi olsa ve Yunan galip gelseydi…!
Hiç düşündünüz mü?
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, Anadolu’nun kahramanları olmasaydı şuan ülkemiz nasıl olurdu, ya da ülkemiz olur muydu?
Özellikle son yıllarda “Devlet Adamı” kavramının içi boşaltıldı.
Devletin memuru olan birinin “Çıt eden yere basmaması lazım”.
Çünkü temsil ettiği bir parti ve bir kitle değildir.
Devlet kurumudur ama birçok kişiye bu unvan ağır geliyor.
Devletin partisi, yada partinin devleti olmaz.
O devletin içinde yasal zeminde kurulup yönetime tabi olan partiler vardır, olacaktır da ama “Devlet” kalıcıdır, Devlet adamı da devletin bekçisidir.
“Devlet Memuru” kimliğini “Parti kimliği” sananlar yanlış yapmaktadırlar.
Özellikle sosyal medyada Ordu mensubu, Emniyet mensubu, Eğitim mensubu kişilerin “Hangi görüşte olursa olsun” siyasi paylaşımlar yapıp, birilerine hakaret etmeleri suçtur.
Devletimizin kuruluş, memleketimizin kurtuluş mücadelesinde karşı tarafa övgü yağdırmak ve düşmanın kazanmasını arzu etmek ise “Vatan Hainliğidir”.
Bu hani taltif etmek, ziyaret etmekse okeyde taş çalmaktan daha ağırdır…