EKONOMİ SİYASET VE TÜKETİC
Üzülerek söylemek gerekirse bilinçlenme konusunda çok tembeliz. İstiyoruz ki birileri bizim yerimize haklarımızı arasın ya da korusun noktasındayız. Bu konu tamamen eğitim ve kültür seviyesi ile ilgilidir. Haklarımızı savunacak yeterli bilgiye sahip olmadığımız için, bize haksızlık yapıldığını dahi fark edemiyoruz. Ancak, birileri bir konuda bir görüş bildirdiğinde haksızlığa uğradığımızı anlıyoruz. Bu gibi hallerde de çoğu zaman ya yasal süreyi aştığımız için ya da gerekli belgeleri saklamadığımız için bize yapılan haksızlığın giderilmesini dahi talep edemiyoruz. Kısacası zor kazandığımız gelirimizi iyi niyetli olmayan birilerine kolayca kaptırmış oluyoruz. Bu anlayış doğrultusunda sorunlarımızın kısa sürede üstesinden gelmek çok fazla mümkün görünmüyor. Nedenine gelince; öncelikle mevcut yasal düzenlemeler günümüz koşullarına uygun değil ve haksızlık yapana caydırıcı yaptırım uygulanması akıllara bile gelmiyor. Bunu fırsat bilen ve tabi ki burada iyi niyetten söz etmek mümkün değil, gerek imalatçı, gerek ithalatçı veya gerekse satıcı, tüketiciye sattıkları ürünün arkasında durmadıkları gibi, ticari ahlaka da uygun olmayan bir anlayışla; nasıl olsa hileli satış yapana müeyyide uygulanmıyor düşüncesi ile her türlü haksızlığı yapabiliyor. Tüketicinin mağdur edildiği asıl püf noktası burasıdır. Tüketicinin bilinçlenmesi sadece tüketici örgütlerinin değil, tüm kamu kurumlarının, tüm sivil toplum kuruluşlarının ve satıcı ve sağlayıcıların hep birlikte hitap ettikleri kitleleri doğru ve periyodik olarak bilgilendirmeleri ile ancak hedefine ulaşır.
Burada asıl sorgulanması gereken, ülkemizde uygulanan ekonomi modelidir. Bu açıdan büyük fotoğrafa baktığımızda asıl sorunun buradan kaynaklandığını görüyoruz. Şöyle ki; ülkemizde uygulanan ekonomi modeli “önce insan” odaklı olmaktan çok uzak, siyasetçilerin günü kurtarmak için “önce sermaye” odaklı bir ekonomi modelini uyguladıklarını görüyoruz. Daha açık belirtmek gerekirse; yasal düzenlemeler günün koşullarına göre yenilenmediği gibi, özel teşebbüslerin kendi iç hukuklarını her türlü yasanın üzerinde sayarak pervasızca uygulama alanına soktuklarını görürüz. Örnekleyecek olursak; Banka Düzenleme Denetleme Kurulu (BDDK) Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) gibi kuruluşların tamamen kendilerini korumaya yönelik önceden hazırladıkları tek taraflı tip sözleşmeleri tüketiciye dayatarak imzalamak zorunda bıraktıklarını açıkça görmekteyiz. İşte bu ve buna benzer uygulamalar karşısında tüketici mutluluğundan söz etmek mümkün görülmemektedir. Ülkemiz her ne kadar demokrasi ile yönetiliyor desek de, demokrasinin temelleri henüz oturmamıştır. Yasalarımız çağın çok gerisindedir. Adalet sistemi, eğitim sistemi, sağlık sistemi yazboz tahtasına dönüştürülmüştür. Yani ülkemizde gerçek demokrasiden söz edebilmenin tek yolu; devleti meydana getiren kurum ve kuruluşların sağlıklı işlemesi, fakirliğin, yoksulluğun ve işsizliğin ortadan kaldırılması ile mümkündür.
Bu tespitlerin baş sorumlusu elbette ki siyaset kurumudur. Zaten tam demokrasiden söz edebilmek için öncelikle siyaset kurumunu ele almak lazım. Bizdeki siyasi yapılanmada; fırsatı elinde bulunduranların birlikte üretmek yerine diğer rakiplerini yok etmeye yönelik bir anlayış içinde olduklarını görmekteyiz. Ortak menfaatlerde birlikte hareket etmedikleri ve siyaseti eleştiri odaklı yapmayı adet haline getirmeleri ülkemize çok şeyler kaybettiriyor. Doğal olarak bu durumdan en fazla olumsuz yönde etkilenen geniş halk kitleleri oluyor. Oysa ki halkın, doğru ve doyurucu bilgilendirilme hakkı vardır. Üzülerek söylemek gerekirse öncelikle siyaset kurumu kendisine çeki düzen vermelidir. İşsizliğe, yoksulluğa çözüm getirecek projeler üreterek halkın beğenisini kazanmak yerine, milli ve manevi duyguları siyasete yem yaparak halkı etkileme gibi kolay ve çok tehlikeli bir yola başvurmaları siyaset kurumunun çıtasını düşürmektedir. Siyaset kurumu ayrıştırıcı değil, kaynaştırıcı olmalıdır. Maalesef bu olguluğu hala yakalayamadık. Saygılarımla.