DİN VE SİYASET
Daha önce Mahmutlar Post’ta yayınlanan çeşitli makalelerimde sosyal yaşamı düzenleyen kuralların din, ahlak, görgü ve hukuk olmak üzere 4’e ayrıldığını, bu ilk 3 kuralın manevi değerlerle ve birbirleriyle bağlantılı olduğunu öteki hukuk kuralının ise yazılı ve maddi değerlere sahip olduğunu ve bu hukuk kuralının toplum yaşantımızın temel ögesi olduğunu açıklamıştım.
Bu kurallar içinde yer alan ve özellikle 1990 yılından bu yana bizi yönetmeye çalışan siyasetçiler tarafından sürekli gündemde tutularak toplumu kutsal din kurallarını kendi politik görüşleri doğrultusunda kullanarak yıllardır toplumu yönettikleri görülmektedir.
Bir kere bizim gibi demokrasi ve laiklik bilincinin ileri batılı ülkelere göre henüz tam olarak yerleşmediği ülkelerde, kişilerce kutsal sayılan din unsurunun toplumu yönlendirmede önemli bir yeri olduğu yadsınamaz.
İşte bu unsuru, bilinçli olarak değerlendiren siyasetçiler, hangi koşulda olursa olsun sırf gündemde kalmak için kutsal din unsurunu sürekli ön planda tutarak toplumu yönlendirmeye çalışırlar ve bunda da başarılı olurlar.
Bu başarıyı sağlamada medyanın, gündemi siyasi iktidar lehine belirlenmesindeki rolünü de her zaman göz önünde bulundurmamız gerekir.
Her zaman şu görüşü öne sürerim.
Bir ülkeyi yöneten siyasetçiler, akıl ve bilimi baz alarak o ülkeyi bu görüşler doğrultusunda yönetirse, o ülke her yönüyle gelişerek kalkınır.
Din ögesi baz alınarak, o ülke yönetilirse o zaman durum farklı olur.
Bir kere kişi özgürlüğü ortadan kalkar ve kişiler istediği gibi düşünme ve yaşama özgürlüğünü elde edemezler.
Bunun yanında düşünce özgürlüğü-nün meyvesi olan bilimsel gelişme yine o ülkede varlığını sürdüremez. Çünkü bilim, dinsel kurallara göre değil, gözlem ve deneyler baz alınarak yapılır.
Bilindiği üzere çağdaş bir ülkenin varlığı o ülkenin ekonomik, siyasal ve toplumsal görüşlerindeki gelişme düzeyine bağlıdır.
Bir ülke sürekli üretir ve ürettiğini dünya pazarlarında satarsa o ülkedeki refah düzeyi artar.
Ancak o ülke ekonomik yöndeki varlığını üretim yerine sürekli borçlanarak elde ettiği sıcak parayla karşılıyorsa o ülke her yönüyle dışa bağımlı bir hale gelir.
O zaman ülkedeki tüketime dayalı bir ekonomik model oluşturularak gelir dağılımın bozulduğu, özelleştirme adı altında üretken fabrikaların sırf cari açığı (döviz açığı) kapatmak için özellikle yabancı şirketlere satıldığı, bunun yanında işsizlik oranının da hızla arttığı görülür.
Örnekler çoğaltıla bilinir.
Burada önemli olan ekonomik yönden yaşanan olumsuz durumu göz ardı etmeden ülkeyi yönetenler gerekli radikal önlemleri zaman kaybetmeden almaları artık zorunlu bir hale gelmiştir.
Esasında siyaset toplumu ikna etme sanatı olup, bu sanat icra edilirken siya-setçiler kişilerin vicdanındaki kutsal dini görüşleri üzerinde siyaset yapmamaları gerekir.
Unutmayalım din, iki yanlı keskin bir kılıç gibidir.
Kullanan ele göre ya bir yanı keser, ya da öbür yanı.
Bu makale 3 Haziran 2008 tarihinde Mahmutlar Post’ta yayınlanmıştı. Konunun önemi nedeniyle tekrar yayınlanmasında fayda görmekteyim.