DİN KURALLARI VE ÖNEMİ
Bilindiği üzere sosyal yaşamı düzenleyen kurallardan biri de din kuralları olup, bu kurallar Tanrı tarafından konulmuş bir takım emir ve yasakları kapsar.
Bu kurallar Tanrı ile O’nun kulları olan insanlar arasındaki ilişkileri de düzenler.
Başka bir ifade ile din kuralları öbür dünyayla ilgili olarak tanımlanan “uhrevi ilişkilerdir”.
Gerçekten insanların kutsal bir varlığa (Tanrı ve O’nun peygamberlerine) inanmaları ve ibadet etmeleri de bu kuralları kapsar.
Bununla beraber din kurallarının “uhrevi ilişkilerinin” yanında “dünyevi ilişkileri” de bulunmaktadır.
Gerçekten hemen hemen bütün dinlerde olduğu gibi insanların birbirleriyle iyi geçinmeleri, kötü hisler beslememeleri, yoksulluk içindekilerine yardım etmeleri, yalan söylememeleriyle ilgili bu gibi emirler insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemeye çalışır.
Acaba din kuralları tek başına insanlar arasındaki sosyal ilişkileri düzenlemeye yeterli olabilir mi?
Daha doğrusu sosyal yaşamın düzeni din kurallarıyla sağlanır mı?
Bu sorunun yanıtı doğrudan doğruya din kurallarının yaptırımı (müeyyidesi) ile ilgilidir.
Bu kuralların koydukları emir ve yasaklara uygun hareket etmemeleri durumunda oluşan tepkide “manevi” olup bu da “günahkar olma” ve “öbür dünyada (Ahrette)” Tanrının ön gördüğü cezalara çarpılma şeklinde ortaya çıkar.
Bunun yaptırımı da manevi olup bu kuralların tek başına sosyal ilişkileri düzenlemeleri de mümkün değildir.
Örneğin;
Yoksullara yardım etmek din kurallarının emirlerinden biri olup, biz Müslümanlar da “Fitre ve Zekat” vererek bu emirler yerine getirilir.
Ancak bazı kişiler bu emirlere uymaz ve yoksul kişilere yardım etmezlerse durum ne olacak?
Bu durumun yaptırımı “manevi” olup bu durumda olan kişilere yardım etmek vicdanı görevdir.
Genel bir değerlendirme yaparsak; öteki kuralların (ahlak ve görgü kuralları) yanında din kurallarına uymak kişilerin vicdanında yer alan manevi bir duygu olup, bu duyguyu hiçbir zaman kendi kişisel çıkarlarımız için kullanmamalıyız.