DEMOKRATİK LAİK TARİKAT CUMHURİYETİ
Osmanlı döneminde, Allah’ın bu âlemi yönetmek üzere ilahi yetkilerle donattığı, insan görünümündeki insanüstü varlık olarak kendilerini tanımlıyorlardı.Bir keresinde devlete sızma çabaları, açık ve aleni şekilde yönetimi ele geçirme girişimleri Şeyhülislam’ın fetvasıyla son buldu, Hamzavi tarikatının ileri gelenleri Kanuni döneminde idam edildi. Selçuklu ile başlayan ve sarayında desteklediği toplumu dini ve manevi konularda eğitmek, sosyal yaşama hazırlamak, devlete bağlılık duygularını sıkılaştırma projesi olan Cemaat ve Tarikat uygulaması Osmanlı’ya kadar sürmüştür. Bu yapılardan bazıları özellikle Osmanlı döneminde devleti yönetmek ya da açıkçası gücü ele geçirmek için birtakım gizli kapaklı işlere girseler de başarılı olamamışlardır. Tarikatların içerisinde kendilerine çizilen çerçevede çok iyi işler yapanlar da olmuştur ki, burada yetişen talebeler sonrasında devletin çeşitli kademelerinde çok başarılı hizmetlerde bulunmuşlardır. Osmanlının fetret döneminde de tıpkı yakın dönemde yaşadığımız gibi birçok ayaklanmada yer alan bu yapılar, geri kalmışlığın ve çöküşünde önünü açmışlardır. Cumhuriyetin ilanıyla başlayan devrimlerde “Türkiye Cumhuriyeti artık, şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamaz” denilerek 30 Kasım 1925’te çıkarılan bir kanunla tekke zaviye ve türbeler kapatılmış, böylece türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik gibi unvanlar kaldırılmıştır. Bu kanun çıkmadan önce “3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kurulan, İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında yasaklanan bu yapılara karşı büyük mücadeleler verilmiş ama önemli bir kısmı merdiven altı sistemle gizli kapaklı faaliyetlerini sürdürmüştür. Tek partili sistemin sona ermesiyle birlikte siyasallaşarak daha aleni bir şekilde faaliyetlerine devam etmişlerdir. Halkın büyük bir kısmını konsolide eden bu yapılar siyasilerinde işine gelmeye başlamış, yoğun halk kitlelerini ikna etmek için enerji harcamak yerine oy deposu olan bu yapıların bir takım istekleri karşılanıp, taltif edilmiş ve talepleri yerine getirilmiştir. Sonra siyasilerin bu uygulamaları tarikat sektörünü daha da canlandırdı ve ülkenin hemen her yerinde çeşitli dergâh ve yurtlarla mürid toplamaya başladılar. Devlete karşı boynu eğri, sadık ve inançlı bir imajla güçlendikçe güçlendiler. Gün geçmedi ki bir tarikat şeyhinin dizi dibinde bir bakan ya da üst düzey siyasi bir zat oturmasın. Devleti yönetenler asıl işi inanç ve ahlak olan Diyanet’i çok fazla önemsemediler çünkü başkanlığına atadıkları bir yandaşla her şeyi hallettiler. Sonra kokuları çıkmaya başladı, o yurtlarda ve dergahlarda olan sapık ilişkiler birer birer medyaya düştü. Muz yetişmeyen Sivas’ta “Muz Tarikatı” vardı. 70’li yaşlarda ki bir sapık müritlerine cinsel organını öptürmekten dolayı basıldı. Sonra çocuklara tecavüz eden yapılar gün yüzüne çıktı. Ardından Badeci Şeyh bomba gibi düştü gündeme, erkek kadın demeden müritlerini sıradan geçiren sapık bir yobaz hem adamı hem karısını hem kaynını badelemişti. “Devlete daha çok sızmalıyız” diye görüntüleri çıktı son sapık şeyhin ama hakkında en küçük bir işlem yapılmadı, 12 yaşındaki çocuğa yaptıkları ortaya çıkınca tutuklandı. Fetö başta ülkenin her yeri bu tür yapılarla dolu. Devleti yönetenlerin bu konuda daha tutarlı ve kararlı olması gerekir. Eğer bu tür cemaat ve tarikatlara ihtiyaç varsa, kayıt altına alıp Diyanet İşleri Başkanlığına bağlayın. Çünkü bu yapılarda yaşanan sapıklıklar en çok dine zarar veriyor.