CİLALI TAŞ’TAN KOLTUK DEVRİNE
İlk olarak 23 Nisan 1933 yılında Atatürk bir grup çocuğu ‘makamında’ ağırladı, onlarla sohbet etti. Sonraki yıllarda çocuklardan birine makam koltuğu açıldı, bunun manası gayet açıktı “bugünün küçükleri, yarının büyükleri”.
Ne güzel bir gelenek ama sadece çocuklarla kısıtlanmamalıydı.
Örneğin; Güneşin kavurucu sıcağı altında saatlerce ter döken, yüzü elleri kavrulmuş buğday gibi sertleşen o çiftçiyi anlamaları için, doğan bir buzağıya evladı olmuş kadar sevinip onu beslemek adına boğazından kesen çiftçiyi anlayabilmesi için, bir günlüğüne onun minderine oturmalıydı Tarım Bakanı.
Yerin yüzlerce metre altında saatlerce güneşsiz, toz toprak içinde, canı koltukta, bir kazmanın ucuyla ekmek kazıyan madencinin yanında, bir günlüğüne bile olsa baret, tulum giymeliydi o yetkili.
Eli böğründe acılar içinde muayene sırası bekleyen hastayı temsilen, bir günde yüzlerce hastaya bakmak zorunda bırakılan ve telefonuna bile cevap verecek vakit bulamayan o doktorun yerine, bir günlüğüne de olsa oturmalıydı Sağlık Bakanı.
Bir seranın kavurucu sıcağında çapa yapan, ot yolan, bir domates fidanına umut bağlayıp, köyde 1 liraya verdiğini, şehirde 5 lira etiketle gören çiftçi olmalıydı o yetkili.
15 günde bir hafta tatili, günde 12 saat ter döküp ay sonunda 300 Euro kazanan asgari ücretle geçinmek zorunda bırakılmalıydı sadece bir aylığına o ilgili şahıs.
Tatlıya glikoz, kıymaya at eşek, toz bibere öğütülmüş kiremit, süte su, peynire margarin katıp, toplumu zehirleyen sahtekarları, sadece bir aylığına besleyebilseydik kendi ürettikleriyle. Keşke; kadınlar gününde sadece bir günlüğüne kadın olabilseydi erkekler, Babalar gününde, baba olabilseydi çocuklar. Eşine ve çocuklarına şiddet uygulayan o caniye, Yaşattıkları ikram edilebilseydi, sadece bir günlüğüne.
Makam araçsız, siyah gözlüksüz, korumasız yürüyebilseydi devlet erkânı, sadece bir günlüğüne.
Yaya kaldırımında durmayan, aşırı hız ve korna sesleriyle, böğüren egzozla çıtsak çıtsak gezip terör estiren o maganda -kullandığı araç- sürücüsü Şahin K olabilseydi bir günlüğüne.
Kapı kapı dolaşıp iş arayan, üniversiteyi bitirip çaresiz bırakılan, atanamayan, eğitim görebilmek için servet harcamak zorunda bırakılanların yerine, bırakanların geçmesini isterdim sadece bir günlüğüne.
Bir günlüğüne çaresiz bırakılmalı, çare üretmesi gerekenler.
Bir günlüğüne umutsuz ve beklentisiz bırakılmalı, umut tacirleri.
Bir günlüğüne şehit babası olmalı o terörist.
Bir günlüğüne dağa çıkarılmalı, gençleri dağa mecbur edenler.
Bir günlüğüne çocuk olmalı büyükler, küçülmenin yaşla ilgili olmadığını anlasınlar diye.
Bir günlüğüne aç bırakılmalı, yiyip yiyip kusanlar.
Bir günlük kayıp kaçağı, enerji tekeli ödemeli cebinden ki, evlat acısı gibi koysun cüzdanına, belki yararı olur vicdanına.
Bir günlüğüne barış olmalı tüm dünyada, silah baronlarına inat.
Sadece bir günlüğüne ‘biz’ olmalı ötekiler.
Tüm dünyada sadece bir günlüğüne, merhamet ve güzel ahlak olmalı inanç.
Olur mu dersiniz?
Olmaz…!
Bir tek 23 Nisanda, bir çocuk sadece birkaç dakikalığına otururdu o makama.
“Çocuklar arasında huzursuzluk oluyor” diyerek yasakladılar.
Vermezler o koltuğu vermezler.