ALAKIR’IN ÇAPULCULARI
Beydağlarının en yüksek noktasına verilen isimdir ‘Kızlar Sivrisi’ Toros dağlarının batı uzantısında yer alır.
Yine Beydağlarından doğup Akdeniz’e nazlı nazlı süzülen Alakır Çayı, bölgenin adeta can suyudur, yaşam kaynağıdır.
Kıvrım kıvrım aktığı bölgeye hayat veren, etrafındaki binlerce canlıya yaşam kaynağı olan bu çay gün geliyor, işgal ediliyor.
Hikâyemiz de tam bu noktada başlıyor ama: İstanbul’un keşmekeşinden sıkılan bir çift önce Anadolu, Ege derken Akdeniz’e kadar dolaşıyor ve sonunda Antalya Alakır vadisinde karar kılıyorlar. Tuğba ve Birhan çifti buradan bir arazi satın alıp işe koyuluyorlar.
Önce kalın ağaçlarla, çitlerle çevirdikleri küçük bir alanı çamurla sıvadılar birde çatı yerleştirip evlerini tamamlıyorlar.
Elektrik yoktu ama çatıya yerleştirdikleri güneş paneliyle telefonlarını şarj edip radyolarını dinleyebiliyorlardı. Yöre halkı ilk önceleri yadırgayarak baktı bu iki genç insana.
Çingene, hippi, MİT ajanı ve benzeri birçok yakıştırmada bulunsalar da sonraki yıllarda kabullendiler.
Çamaşır makinesine, buzdolabına, bulaşık makinene ve televizyona hiç ihtiyaç duymuyorlardı. Kendi kendilerine öğrendiler ekip biçmeyi, bütün canlıların sağlıklı su, yiyecek ve gıdaya ihtiyacı olduğunu savunarak kaçmışlardı büyük şehirden.
Yıllarca kendi dünyalarında, cennet gibi bir doğanın Alakır Çayının kenarında mutlu mesut yaşadılar.
Bir sabah erkenden büyük homurtularla doldu evleri, Birhan merakla koştu dışarıya.
Devasa makineler o her gün suyundan içtiği, bahçesini suladığı çayın üzerinde çalışıyorlardı. Yanlarına gidip ne yaptıklarını sordu “HES” dediler.
Elindeki sopayla kepçeye vurmaya başladı ve bir süre sonra olay yerine Jandarma geldi “Burası demokratik bir ülke, hak kaybın varsa git mahkemeye, kaba kuvvetle olmaz” dedi komutan. Nasıl ve ne şekilde mücadele edebilirlerdi ki?
Kararlılardı ve mahkeme kapılarını aşındırmaya başladılar.
Çünkü 2009 yılında bir şirket Antalya Valiliğine hazırladıkları proje dosyasıyla başvuru yaptı. Kurul ÇED raporuna ihtiyaç olmadığı kararını verdi…!
İki doğa aşığı genç hemen dava açtılar, 2011 yılında mahkeme Valiliğin bu kararını iptal etti…!
Parayla işi olmayan, sadece doğal bir yaşam süren iki insan için mahkeme harçlarını ödemek kolay olmadı.
Birhan’ın “Doğaya, ağaca, ırmağa, toprağa duyarlı olup zengin olan bir tane insan bulamadık. Bu erdemleri taşıyan herkes bizim gibi züğürt” sözüne bayıldım.
Konu imar mevzuatıyla ilgili olarak Antalya İl Genel Meclisine taşındı. CHP’li üyelerin karşı çıkmalarına rağmen AKP ve MHP’li üyelerce kabul edildi.
Orman müdürlüğü şiddetle karşı çıktı ama bir süre sonra fikir değiştirip olumlu rapor verdi. Özel İdare sondaj bölümü karşı çıktı ama bir süre sonra fikir değiştirdi. Halk bir aylık süreçte ilgili bakanlığa 30 bin e posta göndererek projeye karşı olduklarını bildirdi ama …!
Bu arada proje inşaatı devam ediyor, binlerce ağaç kesilip dere yatağına borular döşeniyordu. Halk büyük bir yürüyüş yapıp valiliğe yürüdü.
Valilik “Bilgilendirme toplantısı amacıyla gelmiştir vatandaşlar” dedi. Bölgenin bağlı olduğu ilçe Belediyesi önce şiddetle karşı çıktı sonra fikir değiştirdi. İki duyarlı insanın mücadelesi sürdü.
Bu arada 2 HES tamamlandı, o bölgede oturanlar anladılar gerçeği.
Çünkü dere yatağı tamamen doldurulmuş ve bir damla suya akacak yer bırakılmamıştı.
Bitkiler solmaya, ağaçlar kurumaya başladı.
Yılmadılar, bir müzik albümü yapıp gelirini davalara yatırdılar.
Ardından bölgenin içler acısı durumu dünya medyasına taşındı.
Alakır Alası diye bir balık türü keşfedildi ki dünyada en etkileyici 20 canlı türünden biri olarak kayıtlara geçti.
Bolçiçek karanfili bulundu ki dünyada bir eşi yoktu.
Mücadele devam etti, rüşvet teklif ettiler olmadı, hatırlı insanlar araya girdi olmadı, evlerini kurşunladılar olmadı. “Türkiye’nin gelişmesini istemeyen hainler “ yakıştırması yapıldı, pes etmediler.
Geçtiğimiz aylarda davayı kazanıp projeyi ve lisansını iptal ettirdiler.
Diyorum ki “Utandım…!”