1 KASIM SEÇİM SANDIĞINA GİDERKEN (1)
1 Kasım seçim sandığına hangi duygularla gideceğimi sizlerle paylaşmak istedim.
Yıllardan beri televizyon ekranlarından duyduğum; aşağılama, ötekileştirme, kin, yalan, tehdit, ben egosunun fren tutmayan tatminsizliği, şantaj vs. gibi söylem ve davranışların etkisiyle gideceğim.
Bankaların yasal kesintilerin dışında tüketicilerden aldıkları ve yasal olmayan keyfi kesintilerin yasal düzenleme ile meşru hale getirilmesinin verdiği üzüntüyle gideceğim.
Genetiği değiştirilmiş, insan sağlığını zaman içerisinde son derece olumsuz etkileyen ürünlerin üretiminin ve satışının yasal hale getirilmesinin verdiği acıyla gideceğim.
Nüfus artış hızının çok üzerindeki bir oranda hasta sayısında artış olmasına ve ücretsiz denmesine rağmen hastadan her kademede bedel alınmasının yanı sıra tedavi oranı çok düşük olan sisteme sağlıkta devrim adı verilmesinin bende yarattığı şokun etkisiyle gideceğim.
Dünyanın yedinci büyük tarım ülkesi iken; her türlü tarım ürünlerini, et ürünlerini ve hatta samanı ithal eden ülke haline geldiğimizin verdiği üzüntüyle gideceğim.
Kamuda her türlü savurganlığa rağmen, emeklinin ve asgari ücretlinin dilenir hale getirilmesine karşılık, mutluluk tablosu algısı yaratılarak alkış tutulur hale getirilmesinin verdiği utançla gideceğim.
Yasama, yürütme ve yargının; sayıları onlarla ifade edilen milletvekillerin katılımıyla kabul edilen torba yasaları ile tek elde toplanmasının bu kurumlara olan güvenin azalmasına neden olduğunun üzüntüsü ile gideceğim.
Ergenekon, balyoz, paralel yapı, darbe, barış süreci safsataları ile ülkede suni gündemler yaratılarak boşa geçen ve maliyetleri bir hayli yüksek olan aldatmacaların ülkemize verdiği ve telafisi mümkün olmayan zararların verdiği acı ile gideceğim.
Yaklaşık 33 yıldan beri yürürlükte olan 12 Eylül darbe Anayasasındaki siyasi partiler ve seçim yasaları sayesinde kazandıkları ve hak etmedikleri gücü, hoyratça kullanarak Cumhuriyetin tüm maddi ve manevi kazanımlarını yok etmeye yönelik çabalarının yanı sıra, oturdukları koltukları ve bu günkü varlıklarını borçlu oldukları Türkiye Cumhuriyetinin kurucularına hiç haya duymadan iki ayyaş sözcüğünün kullanılmasının verdiği üzüntü ile gideceğim.
Devlet harcamalarının Meclis denetiminden kaçırılarak, Sayıştay raporlarının bütçe görüşmelerinde okunmasının gündeme alınmaması, vatandaşın hazineye ödediği vergilerin nasıl ve nerelere harcandığının gizlenmeye çalışıldığının bende yarattığı kuşku ile gideceğim. (Devamı haftaya)